Sende kendimi gördüm biraz:) Uzun bir cevap vereceğim ama sona yazacağımı başa yazayım: Hayır, herkes evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorunda değil ve hayır, sende ya da hormonlarında bir sorun yok. Asıl sorun herkesin tek tip bir hayat yaşaması gerekiyormuş gibi davranan düzende.
Toplumun tüm kadınlara yüklediği bir annelik arketipi var. Yani kadın doğar doğmaz doğurması gereken bir varlık gibi görülüyor. Aynı toplum:
Kadın = eş + anne
Hayat = evlilik + çocuk
Mutluluk = aile kurmak
denklemini bize "ideal" denklem olarak gördüğü için bunu taa küçüklüklükten beynimize işliyorlar. Zamanla bireyselleşmeyi önde tutup, bu sistemi sorgulayan insanlar ister istemez kendinde bir gariplik olduğunu zannedip uyumsuz olduğunu düşünüyor. Toplumun büyük çoğunluğu sorgulamaz, çünkü sorgulamak konforu bozar lakin sen kendine dürüstsün. Bu da uyumsuzluk değil, uyanıklık.
Çocuk istememek dünyanın en normal şeyi öncelikle bunu bil. Yalnızca bu fikrin toplumun genelinde normal karşılanabileceği bir alt zemine sahip değiliz daha. Bu çoook uzun yıllar alır. 30'larda evliliğin yaygınlaşması fikri bile yavaş yavaş yaygınlaştı.
Sürü psikolojisiyle herkes doğurmak zorunda değil ya da çocuğu olmayan bir kadın eksik kadın değil. Toplumda çocuğunun psikolojisini, geleceğini, eğitimini uzun uzadıya düşünüp yatırım yapan, onu sağlıklı büyüten kaç bilinçli aile var? Suç işleyen çocuklardan geçilmiyor ortalık. Eskiden sapanla cam kırma, kız kavgası için birbirini döven haytalar vardı şimdi kız yüz vermeyince kızı öldürüyorlar, hiçbir suçu olmayan sokaktaki kedi bile gözlerine batıyor ne işkenceler yapıyorlar, okul müdürünü bıçaklayan çocuk vardı birkaç ay önce.
Yani düşün bunlar nasıl travmatik ailelerde yetişiyorsa korkunç bencil, empati yoksunu ve öfke kontrol sorunları var. Sorumsuzlukları da cabası.
Bunlar ilerde bilinçli düzgün çocuk yetiştiren ailelerin evladına musallat olmasın diye bu insanlar tonla para dökecek ve o sınıfsal sandıkları okullarda da başka tehlikeler onları bekleyebilir. Çocuğunun çevresindeki arkadaşları potansiyel katil, yankesici olmaz da uyuşturucu kullanan başka bir şımarık aile çocuğu, sıkıntılı tip olabilir mesela.
Bak bunları düşünürken bile 50 kere vazgeçtim çocuk sahibi olmaktan ki ben çocukları çok severim. Demem o ki çocuk istemeyen insanlar -istisnaları olmakla birlikte- genelde kolayca evi çocuk dolduran insanlardan potansiyel olarak daha iyi bir anne baba adayıdır aslında. Dünya toz pembe bir yer değil onu burada nasıl yetiştireceği, nasıl koruyacağı, mutluluğu, acısı üzerine ayrıntılı düşünüp vazgeçiyordur. Toplumun çoğunluğu "muazzam" genetiğinin sürmesini dünyanın en önemli olayı falan sandığı, çoğunlukla da bilinçaltında "yalnız ölmeyeyim bana bir bakan olsun, toplum dışlamasın çocuğu yok demesin, evliliğim kurtulsun kocam eve bağlansın" gibi düşüncelerle çocuk yaptıkları için sen büyük oranı bu zihniyetten oluşan insanları hiç takma. "Aynen ben yapmayacağım çok istiyorsan sen benim yerime de yap bir tane" de geç.
Evlilik, iki bireye de sorumluluklar yükleyen bir kurum aile olma bilinci herkeste yok ve erkeklerin çoğunda ne yazık ki "hiç yok". Bu yüzden çoğu evlilikte kadın çalışsa da çalışmasa da yine evin bütün sorumluluğu ona kalıyor, erkek kendi ailesiyle evliliği arasındaki mesafeyi ayarlayamadığı için kadın bir de kaynana, görümce bilmem ne sorunlarıyla uğraşıyor. Hâliyle kendi ayakları üzerinde durabilen, iç huzurunu bulmuş, düzenini kurmuş bir kadın için evlilik bu konfor alanını terk etmek gibi algılanacağından korkutucu olabilir.
Birini seviyorsan, aşıksan onunla ruhsal bir bağ kurmuşsundur ama evlilik o ruhsal bağa toplumsal roller, beklentiler, sorumluluklar yüklüyor. Bu ilişki hâlini bir kuruma dönüştürüyor. Eğer senin ruhun özgürlüğe, bireyselliğe, mesafeye ve kişisel konfor alanına düşkünse bu kurumsal yapı sana boğucu gelir. Sevdiğini seviyorsundur ama onunla “eş” olmak seni ve ilişkinizi başka bir düzene sokar. Bu yeni düzen senin düşünce yapına, bahsettiğim iç dengene tersse de evlilik istemezsin. Bu çok normal ve doğal. Bu düşünceleri birine anlattığında hatta sevgilin bile yüzeysel biriyse "beni sevmiyor musun, güvenmiyor musun?" diye yaklaşır. Hâlbuki senin kafanda "Ama ya kendi yolumu kaybedersem?”
"Ya seninle bir olurken kendimden vazgeçersem" soruları var.
Bu korkular da sevdiğin kişinin kendisiyle değil, onunla kuracağın "biz" halinin oluşturacağı düzenin ne kadar uyumlu ve sağlıklı olacağına duyduğun bir korku. Ben terapistime aynı korkulardan bahsettiğimde "sorun yeterince sevmek değil, evliliğin içindeki benlik kaybı ihtimali" demişti. Bu evlilik istemeyişinin ilk ihtimali olabilir.
Bir başka ihtimal de bazı insanlar gerçek sevgilisini değil, onun üzerinde gördüğü bir "ideal erkek imajını" sever. Bunu bazen kendi bile fark etmez. Yani ruhu onunla bütünlenmiş hisseder ama aynı evi paylaşmak, akrabalar, rutin işler gibi “dünyevi” düzleme inince, büyü bozulur. Evlilik, projeksiyonları törpüler. Gerçek kişilikler filtresiz şekilde ortaya çıkar. Aşık olduğun adamla “evlendiğin adamın” aynı kişi olmama ihtimali ve bunu gördüğünde şok yaşama durumu seni korkutuyordur belki de. Çünkü ilişkilerde çok büyük çoğunluğumuz "tamamen" olduğumuz gibi değiliz. Karşıya ekstra özenli, toleranslı gözükme çabamız var. Evlilik bu maskenin düşme ihtimali de demek. Burada görüyoruz konuları, kaç yıllık sevgilimi tanıyamamışım evlenince çocuk olunca adam bambaşka oldu yazıyorlar. Herkes tabii ki böyle değil ama çoğunluk böyle.
Velhasıl senin şu an evliliğe, çocuk yapmaya, sorumluluklara, hayatını düzene sok dayatmalarına karşı yaşadığın şey "ben kimim ve ne istiyorum?" sorusunun sancılı doğumu. Toplumun sana biçtiği elbiseyi giymek istemiyorsun çünkü kumaşın farklı. Kimsenin ne dediğine kulak asma, kendin nasıl istiyorsan öyle yaşa. Bu senin hayatın, kimseye üzerinde karar verme hakkı verme.