Mânevi büyüklerimiz bu çok önemli hasletleri şöyle sıralamışlardır: KİLLETÜ TAAM, KILLETÜ MENAM VE KILLETÜ KELAM...
Yâni, az ye, az uyu ve az konuş..
İnsan olmanın, insanca yaşamanın temel prensibi olan bu üç kaideyi Kuran âyetleri, Hâdis-i şerifler ve çeşitli Mesnevi beyitleriyle hep birlikte anlayıp zevk etmeye çalışacağız inşallah.
Dinlerde, tarikatlarda, mezhep ve meşreplerde, çeşitli farklılıkların olması gayet tabiidir. Fakat hepsinin birleştiği ortak bir nokta vardır ki oda: Az yemek, az uyumak, az konuşmaktır. Bütün Peygamberler bu üç sihirli kelime üzerinde hassasiyetle durarak ümmetlerini uyarmışlardır.
Peygamber Efendimiz: Az yiyerek maddi mânevi hastalıklarınızı tedavi ediniz. Az yiyiniz sıhhat bulunuz derken,
Hz. İsâ ümmetine: Karnınız aç olsun ki; kalbinizde Rabbinizi göresiniz diye buyurmuştur.
Hz. Davud: O güzel sesini açlıkta bulduğunu söylemiştir. Çünkü içi boşalmayan bir kişiden hoş sesler çıkmaz.
Hz. Musâ: Kelimullah olmayı açlıkta bulmuştur. Çünkü karnı toprakla dolu olanın Hakk ile yakınlığı olamaz.
Mânevi büyüklerimiz şöyle der: Kalbi üç şey karartarak hikmet yolunu kapatır. Oda çok yeme, çok uyuma, çok konuşmadır. Üç gün aç kaldı diye dertlenen kişiden ârif bir insan olmaz.
O cahil ve haddini bilmez adamın tekidir. Cenâb-ı Allah bir kuluna yardım ve ikramda bulunursa ona az yemeyi, az konuşmayı, az uyumayı nasip eder.
Gerçektende bu üç kelime insan olmanın, tasavvuf yolunda yürümenin değişmez kuralıdır. İnsan rûh, nefs ve akıldan mütşekkil topraktan yaratılmış bir varlıktır. Akıl yoluyla nefsimiz ve rûhumuzu dengede tutmak zorundayız.
Beden topraktan yaratıldığı için meyli hep toprağa doğrudur. Fakat rûh olmayınca beden hiçbir işe yaramaz. Topraktan geldin haydi toprağa der bir çukur kazar içerisine atarlar. Bedeni sevimli ve kutsal kılan rûhtur.
Hz. Mevlânâ beden bu dünyaya aittir rûh ise öteki âlemden gelmiş bu âlemde gariptir gariplere sahip çıkmak Kuran emridir o nedenle rûhuna sahip çık diye buyurmuştur.
Rûhumuza sahip çıkmanın birinci şartı az yemektir. Az yemek, az uyumaya. Az uyumak az konuşmaya, az konuşma da dinlemeye vesile olur. Malûm rûhumuzu beslemenin diğer bir şartı da dinlemektir. Bunlar bir birine bağlıdır. Nefsâni istekler karşısında güçlü bir rûha sahip olmak için de az yemek değişmez kuraldır.
Hz. Mevlânâ: Mes.clt.1.265. Sen bedenini yağlı ballı yemeklerle besledikçe, asıl varlığın olan, seni diri tutan rûhunu asla güçlü bulamazsın derken başka bir Mesnevi beytinde ise: Sen; Cenâb-ı Hakktan ilâhi aşk iste, rûhunu besleyecek gıda iste. Ekmek isteme. Ekmek bu bedenimizin gıdasıdır. Hayvani rûhumuzu, nefsimizi besler. İlahi aşk ise can rızkıdır rûhumuzu besler. Allahtan ten rızkı istemektense Rûhumuzu besleyecek can rızkı istemek elbette çok daha hayırlıdır
Hz. Mevlânâ; Mesnevi, Divân-ı Kebir ve Rubailerinde az yemekle alâkalı bir çok beyit dile getirmiştir. Bunları sizlere arz etmemeden evvel öncelikle konumuzla alâkalı Peygamber Efendimizin yedi hâdis-i şerifini arz etmek isterim.
1. Bir hâdis-i kûdside Peygamber Efendimiz Cenâb-ı Hakkın dilinden şöyle buyurmuştur: Ey adem oğlu ! Ben şeref ve yüksekliği itâat etmeye verdim.
İnsanlar ise onu sultanların kapısında arıyorlar, nasıl bulacaklar ?
İlmi açlık içinde takdir ettim, halbuki insanlar onu çok yemekte arıyorlar ilmi nasıl bulacaklar ?
Gönül parlaklığını gece uykusuzluğuna verdim. İnsanlar onu derin uykularda arıyorlar. Gaflet ile uyurken gönül parlaklığını nasıl bulacaklar ?
Ey âdem oğlu ! ilim ve âmeli tok karınla, gönül parlaklığını derin uykuyla, hikmet ve inceliği çok konuşmayla, ülfet ve dostluğu insanlarla iç içe bulunmakla, nihayet benim sevgimi dünya sevgisiyle dolmuş olarak nasıl isteyebilirisin ? Bütün bu güzel hasletleri nasıl bulabilirisin.
Öyle ise: ilim ve âmeli açlıkta, gönül parlaklığını gece uykusuzluğunda, hikmet ve inceliği sükûtta, dostluğu bana kavuşmayı ise uzlette bulabilirisin.
2. İnsanoğlu kendi karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa insanın bedenini güçlendirip olgunlaştırması için sadece üç beş lokma yemesi yeterlidir.
3. Eğer kim yemek şehvetine tutulur karnını doldurmak istese hiç değilse üçte birini yemekle, üçte birini içecekle, üçte birini de boş bıraksın.
4.Şeytan insanın damarlarında kan gibi dolaşır. O yolları açlık ve susuzlukla tıkamak sadece Allah dostlarına mahsustur.
5. Allah bir kulunu severse onu bol ve ucuz yemek bulunan yerlerde bile aç ve susuz bırakır.
6. Karnı aç, gönlü kânaatkâr, kalbi zikirde olanın, Allah dostu olduğu çok açık bir şekilde ortadadır.
7. Nefsinizi aç bırakın ki kalbinize irfan nûru doğsun.
Dikkat edilirse, Hazreti İsada bu son hâdis-i şerifle aynı mânâda söz söyleyerek Az yiyiniz ki kalbinizde Rabbinizi göresiniz diye buyurmuştu.
Fakat bu aç kalmayı veya az yemeyi de doğru düzgün anlamamız gerekir. Az yemeyle veya aç kalmayla ilim, irfân, aşk, muhabbet sahibi olunsaydı diyetisyenlere gidip rejim yapanların hepsi Evliyâ olurdu.
Maksat aç kalmak veya DİYET yapmak değil ! RİYÂZET yapmak
Her hangi bir diyetisyenin reçetesiyle, Peygamber Efendimizin bu mübarek sözlerini birbirinden ayrı tutmak gerekir.
Diyet yapan kişi dış görünüşünü bedenini zayıflatmak, güzel görünmek için günde sadece bir kâse çorba içer.
Riyâzet yapan kişide günde bir kase çorba içer. Görünüşte ikisi de aynıdır. Fakat arada bir fark var. Biri dışını, diğeri içini güzelleştirmek için günde bir kâse çorba içer. Ameller niyetlere göredir. O nedenle o bir kâse çorba birinin dışını güzelleştirirken ötekinin hem dışını hem içini güzelleştirir.
Bildiğiniz üzere İslâmiyette esas olan niyettir. Yapılan işin Cenâb-ı Allah yanında ki kıymeti O işteki amaç ve gayemizdir.
Hz. Mevlânâ; Allah rızası için yapmadığın bir iş, sadece hiçten ibârettir der.
Aç kalmayı veya az yemeyi şükür, fikir ve zikirle birleştirdiğimizde mânevi olarak amacımıza ulaşırız. Sadece kuru kuru aç susuz kalmakla ilim, irfan, aşk, muhabbet sahibi olunmaz.
Zikir: Malûm Hakkı anmak. En azından lokmayı ağzımıza götürürken Bismillahirrahmanirrahim diyerek başlamak.
Fikir: Yemeğimizi yerken birkaç saniyede olsa tefekkür etmek.
Bakınız Hz. Mevlâna Mesnevide ne der: clt.2. 3078. Yarattığı şeylerde Allahın sıfatlarını görmeden, tefekkür etmeden, ekmek yiyecek olsam lokmalar boğazımda kalır yutamam o bir lokma ekmeği.
Onun yarattığı güzellikleri seyretmeden, onun gülünü gül bahçesini görmeden yediğimiz lokmalar nasıl olur da içimize siner ?
Öküz ve eşek gibi onlardan başka kim Allaha kavuşma ümidi olmadan bir an bile olsa bu ekmeği yer bu suyu içer.
Onlar hayvan gibidirler hatta hayvandan da aşağıdırlar. Pis murdar kokmuş kişilerdir. Düşünceleri körleşmiştir. Akılları bunamıştır. Ömürleri tükenmiştir. İnsan olarak hiçbir şeyleri kalmamıştır.
Görüldüğü üzere Hz. Mevlânâ zikir fikir ve şükürsüz ancak hayvanlar lokma yer diye buyuruyor. Eskiler yemekte konuşmayı ayıp sayarlardı. Çoğu insan yemekte konuşmazdı ama bunu niye yaptıklarını da bilmezdi. Sebep; gelişi güzel boş laf konuşmak yerine, yemeği tefekkür içinde yemektir.
Zaten tefekkür ile yemek yiyen insan istese de gereğinden fazla yiyip içemez. Zamanımızda tüm toplantılar bir yemek eşliğine yapılıyor. Yoğun bir muhabbet içerisinde ne yediğinizin ne kadar yediğinizin farkına bile varmıyorsunuz.
Yemekteki Şüküre gelince; bu da kişinin ilmine, irfânına, aşk-u muhabbetine göre değişir. Kimisi bulup yediği için; Kimisi da aç kaldığı için şükreder.
Derler ki; Şakiki Belhi Hazretleri bir gün İbrahim Ethem Hazretlerine şükür hakkında ne dersiniz diye sorar ?
İbrahim Ethem Hazretleri de; Bulduğumuz zaman Allaha şükrederiz. Bulamadığımız zamanda sabrederiz der.
Şakiki Belhi Hazretleri sizin bu yaptığınızı Horasanın köpekleri de yapıyor. Onlarda buldukları zaman yiyip, bulmadıkları zaman sabredip bekliyorlar der.
Bu cevaba şaşıran İbrahim Ethem Hazretleri peki siz ne yaparsınız ? diye sorunca, Hazret bulunca elde olanı dağıtırız, bulmayınca da şükrederiz der.
Buda iki ayrı şükür anlayışı. Hz. Mevlânâ da şükür, varlıktan değil, yokluktan doğar demiştir.
Diyet için aç kalmayla Riyazet için aç kalma arasındaki farka da yine en güzel örnek Bayezid-i Bestami Hazretleridir.
Mes. clt.3.1694 Bayezid-i Bestami hz. Namaz kılmak hususunda kendisinde bir isteksizlik hissedince boğaz derdinden fazla yemek içmekten kaçındı.
O çok akıllı, çok ârif veli, namaza karşı duyduğu isteksizliğin sebebini düşündü tefekkür etti bunun sebebini çok su içmekte buldu.
Mademki çok su içmek beni namazdan alıkoyuyor, bende namaz karşı bir isteksizlik yaratıyor o halde bende bir sene su içmeyeyim diye ahdetti ve öylede yaptı. Onun bu iyi niyetine karşılık Allaha ona sabır ve tahammül ihsan etti.
Onun bu önemsiz olan gayreti çabası sadece Allah için maneviyatı içindi. O yüzdende mânevi sultan oldu. Ariflere kutup kesildi.
Görüldüğü üzere son beyitte Onun bu önemsiz olan gayreti çabası sadece Allah için mâneviyatı içindi. O yüzdende mânevi sultan oldu. Ariflere kutup kesildi Deniyor. Yaptığımız işin içimizde bir mânevi boyutu varsa ve bu konuda da gerçekten samimi isek, ondan mânevi olarak faydalanırız. Yoksa niyetimiz ne ise karşılığı da ona göre gelir.