Küçük Düşün Büyük Olsun!

İyi akşamlar kızlar,
Çok şükür bugünüde sıfır harcama ile kapadım
Çat kapı misafir geldi. 2'de küçük çocuğu var. Dünden yaş pasta kalmıştı. İkram olarak kahveyle yaş pasta servis ettim.

Çocuklar acıkmış, bir makarna yaptık yanına da yoğurt çıkardım. Bugünüde böyle atlattım.

Yarında apartmanımızdaki bir küçüğümüzün sünnet mevlidi varmış. Eli boş gitmek olmaz. Annem sen birşeyler alırsın dedi. 5-6 yaşlarında ne alsam bilemedim.
 
Merhaba tekrardan
Bütün gün detayli temizlik yaptım
Dün de zaten çok yorulmuştum camasirlarla uğraşmaktan
bütün ev pırıl pırıl oldu artık yıkanması tek bişey de kalmadı
Değmeyin keyfime kızlar yemeğim de var sabah semizotu pisirdim dünden de az patlıcan kaldı buyrun yiyelim
 
Oyuncak alabilirsin cnm çocuğun hoşuna gider
 
Nerede calisiyorsunuz?
Ucaklar diyince ozeldende yazabilirsiniz.
 
Nettemi skinti var kk da mi skinti var anlamadim
Cok agir ve yavas girebiliyorum buraya
Gına geldi yaw
 
Anladım canım. Kardeşine de çok geçmiş olsun. Ben de uğramadım hiç avm'ye bu ay. Görmeyince alma hevesin de olmuyo pek
 
Aşağıdaki yazıyı az önce okudum. Paylaşmak istedim. İyi geceler herkese...

Ortalama bir Türk evinde, illa ki büfede saklanan özel porselen takımlar, çekmecelerde çeyizlik örtüler, ve misafir için ayrı bardaklar vardır.
Bizde de öyle.
Benim çocukluğum da, gençliğim de, bu anlayışla geçti.

O dönemler her evde bir oturma odası, bir de salon olurdu. Genelde hayat oturma odasında yaşanır, salon ise ancak misafir geldiğinde açılan ve girilen bir yer olarak kullanılırdı. Anneciğim öyle sınırlar koymazdı bize. Evin şu odasına girme, bu odasına dalma gibi bana abuk gelen kurallar bizim evde asla olmadı. Her odamızda hayat vardır, hep ve her zaman.

Hiç unutmam, bir çocukluk arkadaşımın evine gidip, direkt salona yöneldiğimi.. Arkadaşımın beni telaşla durdurup, “Dur, orası salon!” dediğini.. Bakakalmıştım yüzüne... “Eeee?”
“Yani sadece misafirler için kullanıyoruz”.
“ E ben de misafir değil miyim?”
“Ama biz çocuğuz.”
“Ne saçma! Sanki çocuktan misafir olmaz mı?”
“ Misafir büyüklerden olur”
“Ben bu evin çocuğu değilim ki, misafir de değilim. Ben neyim o zaman?”
“Arkadaşımsın” dedi saf saf...

Yani misafir kategorisine giremiyorum bu yaşta. Salona girme hakkını elde etmek için yaş sınırı neydi acaba? O şık tabakları, bardakları, örtüleri kullanma hakkımız ne zaman doğacaktı?
Bakmayın şimdiki halim selim halime, çocukken pek bi asiydim ben. Aklıma yatmayanı feci sorgulardım.

O eve her gidişimde, çok gizli birşey yapıyormuşum gibi yüreğim küt küt atarak salonun kapısını açıp, içeri bakıp, o tertemiz, pırıl pırıl, ama ruhsuz odaya girmemenin aslında pek de bir kayıp olmadığını düşünürdüm.
Evet tertipliydi, evet mis gibiydi, ama perdeleri bile kapalıydı halılar solmasın diye. O güzelim tabaklar büfelerde hapis. Koltukların üstünde kılıflar. Neymiş, misafir gelince kullanılacak..

Hem.. onların oturma odası çok daha güzeldi bence. Işıl ışıl güneşli, somyanın örtüsü ile perdeler bir örnek, kenarda Gülsen Teyzemin örgü sepeti, masanın üstünde Cevat Amcamın dün bıraktığı gazetesi, bir yanda arkadaşımın oyuncakları. Pencerenin içinde bir saksı sardunya. Radyo açık, oradan gelen bir Türk Sanat Müziği namesi.. Yani “yaşıyor” oturma odası.. Salon? I-ıh. Tık yok. Ölü resmen. Kasvet.

Bir yakınını kaybetmenin en acı yanlarından biri nedir deseler, aklıma ilk ,“eşyalarını toplamak” gelir. Anneannemle dedemi kaybettiğimizde o evi kapatmak feci ağır gelmişti bana. Onların yıllarca kullandığı o güzelim eşyaları teker teker, iki gözümüz iki çeşme kaldırırken, bir şeyi fark ettim.
En çok yüreğime batanlar, onların en çok kullandıkları şeylerdi.

Öylesine bir beyaz saplı bıçak, anneannem mutfakta herşeyi onunla doğrardı... Şu mor bardak, taa Beybadedemden kalma, dedem ilaçlarını alırken suyunu ondan içerdi. Şu örtü, her gün mutfak masasında serili olan, dili olsa da konuşsa... Şu zarif kase, hani salatanın suyuna ekmek bandığımız, şu ince belli çay bardağı, küçükken paşa çayı içtiğim...
Annem diyor ki,” Bak, bu anneannenin çeyizlik takımı.” “ Bak bu ta Naile Nine'nden kalma porselenler.”
İyi de, ben onlarla toplasanız on kez yememişim. Özel günlerde, kutlamalarda çıkartılan tabaklar hepsi.

Hala da evliliklerde böyle değil mi? Bir gündelik takımımız var, bir gerilik takım. Taksit tuksit , emek emek ödeyip alıyoruz, kim için? Misafir için.
Yahu, evdeki pahada en değerli şeyi, "sizin dışınızda biri kullansın" diye almak akıllıca bişey mi?

Annemi İstanbul’a taşıdığımız zaman, dedim ki, “ En güzel tabaklarla fincanlarla biz kendimiz yiyip içelim. Kullandıkça değer kazanıyorlar bence. Onları en değerli yapan şey, anılar."
Kırmadı beni sağolsun. 

Şimdi anneannemin çeyizlik fincanları mutfakta rafta duruyor. Annem, en has çeyizlik takımlarını hala büfede tutuyor, ama biz kendimiz kullanıyoruz onları da. Yani evet canım her gün değil, ama ne bileyim bir Pazar kahvaltısında. Kendi aramızda bir kutlamada..
Kızım ilerde böyle hatırlasın sofraları diyorum. O tabaklarda kahkahalar, sohbetler, kucaklaşmalar,neşeli anılar biriksin.

İlerde bir gün, o tabağa baktığında, içinde anneannesinin domatesli pilavını görsün, tabağın kenarında benim elim belirsin, babasının şakaları çınlasın kulağında.
Bizler çoktan beyaz küheylanlara binip gitmiş olsak bile, o sevgi dolu sofraları hatırlasın, yemeklerin kokusu gelsin burnuna, aile olmanın kıymetini hatırlasın.

Evdeki en değerli örtüleri kendi sofranıza serin, en şahane fincanlarla kendiniz için, evin en güzel odasında siz yaşayın.

Bizim kültürümüzde elbetteki misafir çok değerli. Başımızın tacı. Ona da özenli sofralar kurun.

Ama unutmayın. O evin en kıymetlisi sizsiniz.

Hani derler ya, “Herkese yetişir, kendine geç kalırsın”.

Cemal Süreya’nın ruhu şad olsun, boşuna değil söylediği :
“Hayat kısadır kuzucuklarım
Yine de uzundur kuzucuklarım”

Önce kendinize yetişin.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…