Şukufe Tozalan'ı kim eve kapattı?

Senelerdir bir iyiliğini görmediği ve fakat özünde iyi biri olduğuna inanmak istediği kayın validesi Menkıybe Hanım, Şukufe'nin sedyeyle evden çıkarılırkenki haline bakarak kahrolan, mücrim gibi titreyen ve bozuk kaset gibi "Benim yüzümden" cümlesini tekrar ede ede, başı elleri arasında, koşar adım sağlık ekiplerinin yanında Şukufe'nin peşinden giden oğlu Murtaza'nın ardından bakarak derin bir iç çekti ve kaşlarını çatarak söylenmeye başladı:

-Oğluşuma da sebep olacak görüyor musun Miyesser, ah zilliğ, bilerek yapıyor, bilerek.

Şukufe'yle kayınvalide kesişim kümesinden başka hiçbir ortak yönleri olmayan Müyesser, Menkıybe Hanım'ın elbette gözde geliniydi, birbirlerine çok benzerlerdi ve fakat Menkıybe Hanım'ın bu halden anlamaz tutumu karşısında ilk kez bir insaniyet, ufak da olsa varlık göstererek, O'nu uyarma ihtiyacı hissetti:

-Anne, kafası kanıyordu. Bu halde bari yapma.

"Sus gız bi de savunuyor, şurada telefonum olacaktı, al, ara anasını da gelsin o uğraşsın" diyerek vestiyere bıraktığı çirkin kahverengi tokalı, imitasyon deri ve görene "Zevksizim evet" mesajı veren çantasını işaret etti Menkıybe Hanım.

...

Kızının, gün davetine icap etmemesine gönül koymuş ve fakat başında bir iş olabileceğini aklının ucuna dahi getirmeyerek kendi telaşesine düşmüş olan Semiramis Hanım, son anda makarna salatasından vazgeçmiş ve kısır müptelası kankeytolarına, kedi dilli pasta ve Şukufe'nin yokluğunu hissettirmemek için iki leğen kısır hazırlamıştı.
Komşusu Hoşfatoş ve torunları sebebiyle 60ından sonra sıkı bir Harry Potter hayranı olan Düriye Hanımla birlikte, koyu bir muhabbete dalmış, en çok hangisinin kocasının emeklilikten sonra tuhafladığı konusunda yarışıyor ve Adnan Hoca'nın kediciklerini aratmayacak şekilde hep bir ağızdan gülerek, ağızlarına kaşık kaşık iteledikleri kısırları gülerken ora bura saçıyorlardı.

İşte bu sırada, telefon çalmaya başladı: Lebbih vele diştiri, vele div selvifdiri, dil esveyaili murra, dil esveyaili murraaaa...

Salondaki yaklaşık 20 kişinin, üçerli beşerli gruplar halinde kendi aralarında konuşmaları ve kahkahaları, elbette telefonun acı acı çalmakta olan sesininin duyulmasına mani olmuştu. Semiramis Hanım, "Kız Düriye, kısırı nerenle yiyon Allah aşkına, ay her yere alev saçan ejderha gibi saçtı kısırları, yavaş ye yavaş boğulacan" diye komşusunu uyararak, mutfağa çayları tazelemeye kalktığı sıra, telefon yine çaldı.

Telefonda, kendisini arayan kişinin, Menkıybe Hanım olduğunu görünce, "Hayrola" diyerek telefonunu açtı, nitekim Semiramis Hanım'ı, bayram değil, seyran değilken arayıp sormak, Menkıybe Hanım'ın hiç huyu değildi.
Karşısında Müyesser'in sesini bulan Semiramis Hanım; bir şeylerin yolunda gitmediğini hemen anlamıştı, önce Menkıybe Hanım'a bir şey oldu zannetti fakat, öyle olsa Şukufe arardı.

Olayın gizemini daha çok sorgulamasına gerek kalmadan, Müyesser her şeyi anlatmaya başlamıştı bile; Semiramis Hanım, telefonun ucunda eli ayağı buz kesmiş soruyordu:

-Neredeler, hangi hastane?!!

Misafirleri'ne dönerek "Ben gidiyorum, siz oturun; kusura bakmayın; Gülendam ablam sen idare ediver" deyip, alel acele paltosunu giyinmek için kapıya yöneldi ve çantasını alarak, misafirlerinin şaşkın ve meraklı bakışları içinde kapıdan çıktı.
 
Son düzenleme:
Menkıybe hanım çevirdiği ilk taksiye bindiğinde bir müddet ne diyeceğini bilemedi. Şoförün "abla nereye gidecez söylicen mi artık" çıkışması ile kendine geldi. "dalakial hastanesi yavrum biraz hızlı gidelim".

Yollar bitmek bilmiyordu. Ah o mıymıntı kocası ve görgüsüz ailesi yemişti işte kızının başını. Anasını bir kez olsun dinleseydi böyle olmazdı. O mıymıntı layık mıydı kızına sanki. Ne yakışıklı, ne parası var ne ailesi asil. Neresinden tutsan elinde kalıyor. Sırf bana inat olsun diye evlendi biliyorum ben. Ben acı çekeyim, üzüleyim diye. Şimdi burada olsa "evet anne bu dünyadaki her şey seninle ilgili. En birinci sensin, dünya senin hürmetine dönüyor. Haklısın" diye küstahlık yapardı. Ah benim kuzum dinleseydin ya anneni. Ama yok ben onlara gösteririm dünyanın kaç bucak olduğunu. Gerekirse kızımı alır getiririm evime. Sahipsiz sandılar kızımı kenar mahalle insanları. Görgü olacak insanda, o da yok işte.

Yollar uzadıkça uzuyordu. Beynine hücum eden düşünceleri sıraya koymakta zorlanan menkıybe hanımın öfkesi ağır basıyordu. Öyle ki, bir miktar üzüntü ve merakını bastırmış olabilirdi. Menkıybe hanım, gövde gösterisini pek severdi. Şüphesiz hastaneye adeta bir süper kahraman gibi girecek, ne kadar üzgün ve telaşlı olduğunu Yüz metre öteden anlaşılacak ölçüde sergileyecek, sahiplenen kadın ana duruşunu muhafaza ederken etrafa gözdağı verip kızının ne hissettiğini ve ne halde olduğunu umursamayacaktı.

Aslında severdi çocuklarını menkıybe hanım. Kendi bildiği gibi, kendine has severdi. Başka türlü sevmenin mümkün olabileceğini düşünmezdi bile. O ne yaparsa doğru yapardı. Hata yapmışsa bile mutlaka çevresel faktörler yüzündendi. Onca zorluğun, onca imtihanın içinde yapılacak en iyi anneliği yapmıştı. Daha ne olsundu?

Hastanenin döner kapısını ittirerek insanları savurdu Menkıybe hanım. Bunu yapmaya hakkı vardı, üzgün ve endişeliydi. Menkıybe hanım acı çekiyorsa, insanlık bunu anlamalı ve saygı duymalıydı. Koşar adımlarla kızının yanına giden Menkıybe, o mıymıntı kocasına laflar hazırlıyordu.

-yavrum, annem ne oldu sana. Ay kalbim yerinden çıkıyor bak başım döndü valla yığılıp kalıcam şimdi buraya.

İnsan en zayıf anında annesini yanında istemez miydi? Şukufe istemezdi. Çünkü annesi ya bayılır, ya olay çıkarır ya da en iyi ihtimalle söylenir ve öfkelenirdi. İdare etmek, alttan almak, olgunluk göstermek gibi durumlara yabancıydı. Korktuğu başına gelmiş, annesi tüm haşmetiyle odaya dalmıştı.

-bir şey yok anne sakin ol. İyiyim doktor hafif bir sarsıntı geçirdiğimi, mühim bir şey olmaıdğını söyledi. Dinlenmem ve sakin kalmam gerekiyormuş. Bak bu kısım önemli Murtaza. Sakinlik, boş ve sessiz bir evde sakinlik.

-tamam ben halledicem onu şukufe sakin ol sen.

-Murtaza ne oldu kızıma?

-anne tamam bir şey yok dedim ya. Ufak bir kaza oldu işte.

Şukufe her zamanki gibi idare eden, aman ağzımızın tadı bozulmasın zihniyeti ile hareket eden kıvama gelmişti. Bir kez yahu, bir kez de o olay çıkarsaydı. Birileri ona sakin ol tamam deseydi mesela. Olamadı.

-benim evime götürücem seni kızım. Orada bakarım ben sana. Gelip kalıyorsun birkaç hafta.

-tabi anne ne demek. Sen karar vermişsin zaten. Murtaza bak annem karar vermiş gördün mü. Canım annem benim. Çok düşünür beni. Bu arada iyiyim anne ben. Yok yok başım ağırmıyor. Murtaza da iyi. Hiç korkmadı ben bu hale gelince. Azmancan da ellerinden öper. O da geliyor mu benimle karar verdin mi?

-neyse hastasın bir şey demiyorum. Ben bu halimle koşa koşa geldim. Düşüp bayılıcam sen hala bana laf sok.

-estağfurullah ne laf sokması. Anneye laf sokulmaz. Sen gelsen bana mesela olmaz mı? Hani bence gerek yok da, telefonda günlerce sürecek olan vicdan rahatlatma seansları daha zor göründü gözüme. En iyisi gel de azat et beni.

-şukufe ne oluyor Allah aşkına. Ne bu öfke, ne yaptım ben sana?

-Hiçbir şey anne. Sorun da bu ya zaten. Hakikaten bak aklıma geldi ne zaman bayılacaksın? Bence burada bayıl hazır Hastanedeyiz çabuk müdahale ederler. Şimdi eve gidince bayılsan ben bu halde hastaneye de götüremem seni.

-şukufe ne oluyor ayıp ediyorsun annene.

Murtazanın uyarısı ile yıllardır yaptığı gibi susmaya karar verdi. Annesi ağlamaya başlamış, kahretsin ki annesinin mazlum tarafını açığa çıkarmıştı şukufe. Peki neden içinde en ufak bir merhamet beliremiyordu? Sonraki günlerde "dilim kopsaydı da kırmasaydım annemi" diyeceği, kendini tüketene kadar vicdan azabı çekeceği belliyken neden bunları söylüyordu. Sarsıntı diline vurmuştu belli ki.

-tamam ağlama anne özür dilerim. Hadi sen Biraz hava al dışarıda. Akşama çıkacağız zaten hastaneden. Azmancan durmuyordur şimdi aklım onda kaldı. İstersen eve git burada Murtaza var sen onunla ilgilenirsin.

-gitmem kızımı bırakmam. Babaannesi baksın ne olacak.

-peki anne.
 
İçimizi burmaya kararlısın galiba Idrakyollariiltihabi :)
Bu arada Menkıybe: Kayın valide , Semiramis: Şukufe'nin anne

Ne yapayım yahu ruh halime göre şekilleniyor yazı :) dün fenaydım böyle bir şey çıktı. Sen şimdi onu acıdan arındır ben de devam ettireyim :)) düzelteyim banlıyken koyuldu ya isimler özümseyemedim :))
 

Hayırdır?
Bu ara herkeste bi sıkıntı, bi haller var benim çevrede de ilginçtir ki. (Hastaneye de gideceğim daha)
Ben onun acılarını da emcüklerim merak etme, fırsat bulunca (1 saate kadar muhtemelen) yazarım. Sen de düşürmemeye çalış kuzum modunu, her ne ise. Gerçi yazmak rahatlatıyordur. :)
 

Aynen öyle herkeste bir kasvet, bir sıkıntı. Klasik sorunlar işte. Aile, eş ve çocuk. Sıkıştık kaldık zaten buralarda :) bugünü kendime ayıracağım ama. Oğlan ishaldi biraz okula göndersem mi göndermesem mi diye epey tereddüt ettim göndermiyordum iki gündür. En sonunda yanımda kalırsa bol çemkirmeli bir gün olacağını öngörüp yolladım. Hiçbir iş yapmadan malak gibi yatmayı düşünüyorum ama ben muhtemelen durmayıp en azından cilt bakımı yapayım, dur en azından örgü öreyim, vallahi daraldım şu banyoyu temizleyeyim diyeceğim biliyorum. Totom yer görünce depresif oluyorum :)
 

Geçmiş olsun, okul da iyi gelir kuzuya, arkadaşlarıyla beraber yer, içer, oynar; insanın evde oturdukça bitkin halleri artıyor.
Ayır kendine gününü, al Şukufe'yi bambaşka yerlere götür bir yandan. :) Ben de ciğer gitmeden, hastaneye gitmeliyim; öğleden sonraya sürüklene sürüklene hastane yolları var bana da. Bakalım ne diyecek doktor. :)
 
Şukufe'nin, 2 kanalı zorla çeken ve ekranı "Allah rızası için beni bi çöpe filan götürün, acımı dindirin artık" dercesine melül melül yanıp sönen, teknolojinin son senelerdeki atağından bihaber tüplü televizyonlu hasta odasındaki kasvet, hastanın, hasta yakınları tarafından ne kadar darlandığını gözünden tanıyan, mesleğine aşık, içi insan sevgisi dolu, hastanenin en sevilen hemşiresi olduğu kadar arkasından akli dengesi konusunda çeşitli söylentiler çıkmış 15 yıllık tecrübeli hemşire Asuman Hanım'ın içeri girmesiyle dağılmıştı:

-Merhaba, hastamızın başından biraz uzaklaşalım, evet... Şu-ku-fe Hanım hmm... Ne ilginç isim, manası nedir?

Asuman Hemşire'nin -biraz uzaklaşın- ikazı ile kenara çekilen Semiramis Hanım, soruyu cevaplamak için atladı:

-Cennetten düşen ilk yağmur damlası demek.

Hasta yatağının ayak ucuna asılı çizelgeden, Şukufe'nin aldığı ilaç ve dozları kontrol eden Asuman Hanım, yanında getirdiği minik tepsiye yönelerek şırıngayı hazırlamaya başlamış, açılan damar yolundan, ilacın ne kadarını zerk edeceğini gözlükleri ardında daha da kocamanlaşan bakışları ile süzüyordu:

-Cennetten düşünce vurdun sanırım kafayı da Şukufe, kendini nasıl hissediyorsun bakalım?

-Fena değilim, biraz ağrım var ama.

-O kadarcık olur, şimdi onu da dindiririz; arada kendime yapıyorum bundan biliyor musun; bilmiyorsun tabi nereden bileceksin ahahha. Mesai bitiminde bi doz yapıp öyle gidiyorum eve... Güzel bir ağrı kesici, gevşeticidir, sadece odun kocalara çare olmuyor, fayda edeceğini bilsem benimkine de yapardım çünkü ahahaha. Şiddetli geçimsiz oduncuğum benim, aah ah. Neyse, ne diyordum, şimdi rahatlatır bu seni biraz daha.

Hemşire Asuman'ın bu narkotik açıdan rahatsız edici olduğu kadar içten latifesi ve çalçene hali karşısında, kendini tutamayarak güldü Şukufe ve hemen ardından başını acı ile tutarak "Aih" dedi.

Asuman devam etti:
- Kocamın loş ışıkta sıfatını görünce ben de bu tepkiyi veriyorum biliyor musun Şukufe? Bilmiyorsun tabi; o kadar romantik mum ışıklı masalar hazırladım, belkim odun ruhunda bir iki tomurcuk açar dedim de nooldu? Ben de artık "Erkeklerin hepsi böyle" diyerek teselli ediyorum kendimi, daha iyisini mi bulacam değil mi ama? En azından sifonu çekmeyi biliyor ahahaha.

Hemşire Asuman'ın gereksiz ve manasız konuşmalarını köşeden pürdikkat dinlemekte olan Semiramis Hanım, sifon kelimesini duyunca, Şukufe'nin minimum katılım gösterdiği muhabbete tekrar atlayıverdi:

-Şukufe sifonu çekmeyi bilmezdi, sifon diye bir şeyin varlığından üni. yıllarında haberi oldu; eğitimin önemi işte.

-İyi ki söyledin teyzecim, içim açıldı ahahaha. Erken öğrenmiş maşallah.

Şukufe, bu muhabbete niçin maruz kalmakta olduğunu, annesinin, kendisini her şartta nasıl yerin dibine sokabilme potansiyeli taşıdığını ve Asuman Hemşire'nin akıl sağlığını için için sorgularken; Asuman'ın "Erkekler odundur" genellemeli cinsiyetçi tespitine içerlenen Murtaza, dayanamayarak mensubu olduğu cinsiyeti savunma ihtiyacı hissetti:

-Erkeklerin hepsi odun değildir, lütfen; biz sadece sifon çekip çekmemesi üzerinden anlatılacak kadar sığ ve kaba yaratıklar değiliz. Kadın genellemeleri kadar, erkek genellemeleri de hiç hoş olmuyor.

O sıra Hemşire Asuman'ın sessize almayı unuttuğu cep telefonu çalmaya başladı: A-ağ a-ağ ne kadar ayıp, a-ağ a-ağ ne yaptın Asuman, a-ağ a-ağ kalbimi kırdın, a-ağ a-ağ yap bi pansuman.

Umarsızca telefonu eline alarak kimin aradığına bakıp, bir yandan tepsiyi toplayan Asuman; kapıdan çıkmadan önce Murtaza'ya dönerek "Tabi ki hepsi odun değil... Özür dilerim benim hatam. Çünkü bir kısmı da öküz. Aaa karısı hasta yatıyor, adam bana erkekleri savunma derdinde ahahaha ilahi" diyerek bir kahkaha daha patlattı ve hastane koridorlarında şak şak sesi çıkaran terliğinin ritmiyle elindeki tepsiyi çayda çıra oynar gibi oynatıp kalça sallayarak mesai arkadaşlarının yanına doğru yürüdü.
 
Son düzenleme:
Hemşire Asuman'ın odadan çıkışının ardından, yönlerini birbirlerinin yüzlerine çeviren Murtaza ile Şukufe'nin gözlerinde "Çatlak galiba" onaylı bakışları, senkronize haldeydi.

Sıkıntıdan, hastane odasındaki iki kapaklı minik dolabı karıştırmaya kalkan Semiramis Hanım, dolapta bulduğu yedek yastığı elinde sallayarak, sırtına fazladan bir yastık isteyip istemediğini sordu Şukufe'ye. "Hayır" manasında kafasını iki yana bitkince sallayan Şukufe'yi dinlemeyerek de, yanına kadar gelip söylene söylene yastığı sırtına sokuşturmaya başladı:

-İyiyim başım ağrımıyor da diyordun, ama hemşireye ağrıdığını söyledin, duydum. Kızım ben anayım, bana yapma şöyle. Bırak da yardımcı olayım sana.

-Madem illa koyacaksın yastığı sırtıma, niye bana soruyorsun o zaman anne?

-Ya sabır. İyilik de yaramıyor.

Annesinin, sinirle, kendisine çay almak bahanesiyle odadan çıkmasının ardından kocası Murtaza'ya seslendi:
-Murtaza, bi arasana evi, nasılmış Azmancan, yemeğini yemiş, kuzenleriyle oyuna dalmış mı bi sorsana.

Şukufe'nin aklı evdeydi; oğlu Azmancan'ın keyfi nasıldı acaba? Annesinin yokluğunu arıyor olmalıydı kesin.
Annelik böyle de garip bir duyguydu işte; bir gün, hasta yatağında dahi, bir başkasının rahatını, kendi rahatından daha fazla düşünebileceğini söyleseler; muhtemelen onlara totosuyla gülerdi. Bir çeşit çılgınlıktı, hem huzur dolu hem de huzursuzluğun alası bir histi. Acaba annesi de kendisi için böyle hissetmiş miydi gerçekten?

Çocukluğunda, annesinden duymaya alışkın olduğu, onu cezalandırırken ve keyif aldığı hemen hemen her şeyden, sevdiği diğer şeylerle tehit ederek yasaklarken sık sık kullandığı "Anne olunca anlarsın, hak verirsin" cümlesini hatırladı; bunu, her anne, kızına, en az bir kere söylemişti muhtemelen; tabi herkeste bıraktığı etki farklı olmalıydı.
Şukufe anne olunca, aklının neresinde ampul yanıp, birden annesini anlayıp hak vermeye başlayacağını hep merak etmişti, nitekim bunu O da çok istiyordu.

Annesini zihninde aklamak için, çocuk aklı ile kendini yeteri kadar sıkmış, anne olmadan, annesini anlayıp hak vermeyi, daha doğrusu kendini yeteri kadar kandırabilmeyi de bir şekilde öğrenmişti tüm bu zamanlar boyunca elbette. Kendini, her şartta suçlayabilecek bir şeyler bulma alışkanlığı, o zamanlardan mirastı. Zira, hakkı olanla annesinin karşısına dikildiği nadir zamanlarda dahi, samimiyetsizliğini ve baştan savılmakta olduğunu iliklerine kadar hissettiren basit "Kusura bakma" laflarıyla karşılaşmaktan da ayrıca sıkılmıştı.

Azmancan'ı ilk kucağına aldığında, yüreğine dolan "Herkesi affediyorum" hissiyle birlikte derinlerdeki, adını koyamadığı, görmezden gelmeye çalıştığı bir öfke de can bulmuş, hüzün, endişe, sevgi ve hayal kırıklığı ile karışık ağlamaya başlamıştı. Oğlu Azmancan'a bakıyor, baktıkça annesine artık hak veremiyordu çünkü. Hak vermeye vermeye de annesini affetmeyi denedi o gün Şukufe. Anne Şukufe, annesini affetmiş, bağrına basabilmişti ama çocuk Şukufe, artık öfkeliydi. Gözünü gerçeklere açan oğlu Azmancan'ı sinesine yaklaştırarak kulağına doğru fısıldayıp, söz vermişti Şukufe:
-Bir gün ihtiyacın olursa, senden gerçek bir özrü esirgemeyeceğim oğlum. Söz, seni annen karşısında, çaresiz hissettirmeyeceğim.

Telefonun ucunda, annesi Menkıybe Hanımla muhabbette olan Murtaza'nın, "Sorun yok, Azmancan uyumuş" demesinin ardından Şukufe, artık hasta yatağında, biraz daha rahat edebilirdi.
 
Son düzenleme:
Ne dedi doktor? Çok geçmiş olsun
 
Sukufe daldı.
Ne de güzel gezmişti boğazda beee.
O zaman rüzgar mı çarpmıştı acaba?
Yok yok,deniz olsa olsa şifa olurdu.
Mavisine kurban.
Yavaşça yerinden kalktı.Bir taksi bulsa,yine deniz kenarına atsa kendini.
Murtaza dürttü
-Ne o kız,ağzın kulaklarına varıyo,yine ne geldi aklına?

Atıcam şüküfeyi yine denize banane
 
Teşekkür ederim, pazartesiye kaldı doktor işi.
Öyle bi ciğer kontrolü ve sigarayı bırakma amaçlı danışmaya gidecektim. Baya rahatsız eder oldu şu ara.
Geçmiş olsun.Bırak onu ya,külliyen zarar.Yazık güzelim pembecik ciğerlerine
 
Hiiic, ev şimdi hep toz olmuştur. İçime dert olduyduyda ondan herhalde rüyamda soyadımın hakkını veriyordum. Pırıl pırıl olmuştu heryer ondan güldüm herhalde:)
@DenizinYosunKokusu Şukufe yi denizden dönderdim
Hiç anlamam ama ilk defa yazdım kusura bakmayın
 
Hastane çıkışını yaparken şukufe'nin aklında birbirine değmeden halay çeken yüzlerce tilki vardı. Oğlunu çok özlemiş, öte yandan Murtaza'nın "o iş bende ev boş olacak merak etme" cümlesine de zerre inanmadığı için, enerji emen canavarların olduğu eve gitmek istemiyordu.

-kuzum geliyorsun değil mi bana? Eve uğrayalım eşyalarını al hemen çıkalım ben aşağıda beklerim.

-gelmiyorum anne. Gerçekten sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var. Kalmak istersen buyur kal bende ancak ben gelemem.

-Murtaza mı izin vermiyor yoksa?

-yahu ne alakası var. Adam ağzını bile açmadı. Hem ben geri zekalı mıyım illa verdiğim her kararda biri ya da birileri mi etkili olmalı? Ben sen değilim anne. Başkaları için yaşamıyorum.

-he onun için evladına tapıyorsun. Heder ettin kendini çocuğun önünde.

-tapmıyorum, annelik yapıyorum. Sen anlamazsın!

Şukufe, ağzından çıkan son cümleyi henüz bitirmeden pişman olmuştu bile. Karşısında dolmuş gözleriyle duran Semiramis hanım, öfkesini dizginlemeye çalışıyor, bir yandan da bu duyduklarını asla hak etmediğini düşünüyordu. Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, onca imkansızlığa rağmen anneliğini layığıyla yapmıştı. Tıpkı babasına benziyordu şukufe. Onun gibi memnuniyetsiz, nankör ve kırıcı.

-iyi tamam gelme. Ben kalamam, abinin çocukları bende tek mi kalsınlar. Hem işlerim var.

-sorun yok anne sen işlerine bak.

Şukufe alışkındı tek başına ayakta durmaya. İkinci planda olup, bahanelerin arkasına atılmaya alışkındı elbet ama yine de canı acıyordu. Hoş, annesinin gelmemesi işine gelirdi. Evdeki enerji emiciler ile bir araya gelmesini hiç istemiyordu. Olası bir tartışmayı önlemek için her şeyi yapabilirdi şukufe. Arabulucu kimliği ile ün salmıştı ne de olsa.

-azmancan annemmm oy çok mu özledin sen beni.

Şukufe'nin boynuna atlayıp sıkıca sarılan azmancan, günlerdir bastırılmış tüm duyguların patlamasına sebep olmuştu. Şukufe engel olamadığı gözyaşlarını serbest bırakırken bir ay hastanede kalmayı dilediği için vicdan azabı çekiyordu.

-ahaha şuna bak şuna, sanki aylardır görmedi annesini. Sanki işkence ettik burada. Paşam gel hadi babaannene. Ay beni mahvetti şukufe. Tansiyonum yükseldi ilaçlarla ayakta duruyorum. Sen nasıl başa çıkıyorsun bu çocukla. Kafama kumanda fırlattı. Valla kalıp sana bakmak isterdim ama çok kötüyüm inan. Kalmaya gelmiştim aslında ama ilaçlarımı evde unutmuşum. Ölür kalırım valla burada.

Şukufe hiçbir çaba sarf etmeden kavuştuğu özgürlüğe sevinirken, insanın içinde var olan saf kötülükle bir kez daha karşılaştı. Diline gelen onlarca cümleyi bir çırpıda kusmak istese de, buna mecali yoktu. İnsan fıtratının asla değişmeyeceğini öğretmişti hayat ona. Kelamları tüketmek beyhude bir çabaydı.

-sorun değil anne sağol azmancanı idare ettiğin için.

Misafirleri, annesi dahil tek tek uğurlayan şukufe kendi çekirdek ailesi ile baş başa kalmıştı sonunda. Azmancan uyuyakalmış, "anne hastaneye gitmesin" diye sayıklıyor, şukufe'nin vicdan azabını ona katlıyordu. Murtaza derin bir sessizlik içinde oturuyor, karısının gözlerinin içine bakıyordu. Sanki birazdan duyacaklarını hissetmişcesine yalvarır gözlerle şukufe ye bakıyordu.

-Murtaza...

-efendim şüku. Bir şey mi istiyorsun? Başın mı ağırıyor yoksa? Acıktıysan bir şeyler söyleyeyim dışarıdan.

-Murtaza ben boşanmak istiyorum.

-ne?!

...
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…