Ahlak iflasta.

BarbunyaPilaki

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
826
7
Hey gidi hey!!!
Neredeeen nereye geldik milletçe.
Ve nereye gidiyoruz!!!
E-biz de üç otuzumuzda değiliz yani!
Bizim çocukluk, genç kızlık yıllarından bu yana
asırlar geçmedi ya!
Biz öğrenciyken, yine Süleyman Demirel vardı,
Deniz Baykal vardı, Ecevit’ler,
Sezen Cumhur Önal, Türkan Şoray,
Fatma Girik, Hülya Koçyiğit vardı.
Filmlerde Türkan Şoray güzel gözleri ile süzülür,
dolgun dudaklarını kımldatır,
karşısındaki Cüneyt Arkın’ı perişan ederdi.
Fatma Girik kâh salon kadını, kâh köylü kadınıydı
ama o hep “erkek Fato”ydu.
Hülya Koçyiğit, o yıllarda icat ettiği
kendine has bir şekilde yayalana yaylana koşar,
nedense hep başını yana eğip,
hülyalı hülyalı yere bakarak konuşurdu.
O zamanlar filmlerin çekildiği yemyeşil ağaçlı tepeler,
ağaçlarla dolu orman yolları vardı.
Filiz Akın evin şımarık kızı olarak,
Boğazdaki yalısının önünden denize girer,
Türkan Şoray sevgilisiyle sürat teknesine binip,
Boğaz’ın pırıltılı mavisinde saçlarını uçura uçura
kahkahalar atar, bir elini gözüne siper edip,
karşı sahilleri seyrederdi.
O zaman da aşklar yaşanıyor,
gençler flört ediyordu.
Flörte “çıkmak” denirdi.
Bizler de “çıkardık”
hoşlandığımız “çocuklarla”…
Dansa, sinemaya, tiyatroya,
grup halinde gezilere giderdik.
Yine miniler, bikiniler giyiyorduk,
yine saçlarımızı sarıyor,
hafif makyaj yapıyorduk.
“Çıktığımız çocuklarla”
sinemaya gittiğimizde
sadece el ele oturur,
dans ederken en fazla
yanaklarımız birbirine değerdi.
Yolda aramızda mesafe bırakarak yürürdük.
Neme lazımdı, birileri görüp,
anne-babamıza haber uçururdu falan!
Bizler de yalanlar söylüyorduk.
Söylüyorduk da ne yapıyorduk!
Filan arkadaşta ders çalışıyoruz deyip,
hafta sonu, o da gündüz vakti,
iki-üç saatliğine diskoteğe giderdik,
Yavaş şarkılar çaldığında hemen kalkıp,
yanak yanağa dans ediyorduk.
Hızlı müzik çaldığında ise,
yerimize dönüp, el ele oturup,
biz kızlar meyve suyumuzu içerken,
onlar da votka limonlarını yudumluyorlardı.
Öyle boyacı küpüne düşmüş gibi,
apikurya maskarası misali makyaj yapmazdık.
Saçlarımızda ne lehimli ekler,
ne de çıtçıtlı ilaveler vardı.
Geceden kendimiz sarardık saçlarımızı.
Bir yere giderken de,
o da ancak lise sondayken,
hafif makyaj yapmamıza izin vardı.
Paralı okulda okuyordum,
Okulda çok zenginlerin,
siyasilerin çocukları vardı.
Ama kimsede öyle “marka” merakı falan yoktu.
Kimse kimseden daha şık gibi görünmezdi yani.
Evlerde doğum günü partileri yapılırdı.
Çörekli-börekli, pastalı çaylı, meyve sulu masalar,
daha önce anneler tarafından hazırlanır,
parti saati geldiğinde de
bizler tarafından talan edilirdi.
Teypte yada pikapta çalan
“yabancı şarkılarla” “adam gibi” dans eder,
göbek falan atıp, gerdan kırmazdık.
İçimizde tek tük sigara içen oğlanlar vardı.
Biz kızlar da içimize çekmeden birkaç nefes alıp
hemen püfff diye dışarı üflerdik dumanı.
Çünkü çoğumuz için sigara içmek
sadece “büyümek” demekti.
Hepimiz de bir an önce “büyümek” istiyorduk.
Eğlenmek, müzik dinlemek için “gazinolara” gidilir,
Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy,
Neşe Karaböcek, Gönü Akkor, Emel Sayın,
Sevim Tuna, Ajda Pekkan dinlenirdi.
“Barlar”, konsomatrislerin çalıştığı,
erkeklerin “felekten bir gece çalmak” gittiği
danslı, müzikli ve ailelerin girmediği yerlerdi.
aileler genellikle Pazar öğle yemeği için
Uludağ Kebabı, İskender Kebabı, lahmacun yemek için
kebapçılara giderler, bazen de
birkaç yakın aile bir araya gelerek
güle söyleye kebaplarını yerler,
oradan herkes evlerine giderlerdi.
TRT’den başka televizyon kanalı olmadığından,
TRT ne gösterirse onu seyrederdi herkes.
Hatta gece yarısına varmadan
İstiklal Marşı eşliğinde göndere çekilen
Türk Bayrağı da seyredilir,
ancak “Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız”
yazısı çıkınca, uzaktan kumanda aleti henüz olmadığından,
kalkılıp televizyonun düğmesi kapatılırdı.
Haftanın her günü “Çarli’nin Melekleri”, “Kaçak”,
“Mc Millan ve Karısı”, “Komiser Colombo” gibi
yabancı diziler yada yerli dizi “Kaynanalar” seyredilirdi.
Bayramlarda öyle başka şehirlere
“kaçmak” modası yoktu.
İnsanların çoğunluğu evli evinde,
köylü köyünde oturmayı tercih eder,
aile büyüklerini, dostları, akrabaları,
arkadaşları ziyaret edip,
gelen misafirleri “ağırlarlardı.”
Beş dakika önce sizin ziyaret ettiğiniz aile,
az sonra size gelir, adeta evcilik oyunu oynanırdı.
Bayram öncesi dükkanlar, mağazalar,
Bayramda da sokaklar kalabalık olurdu.
Hali vakti nasıl olursa olsun,
herkes bütçesine göre bayram öncesi,
mutlaka giyime, gıdaya ait bir şeyler alırdı.
Çocuklara birbirinden renkli, desen desen,
Şık mendiller içinde bayram harçlığı verilirdi.
Çocuklar, her gidilen evde ikram edilen
şekerlerin yarısını mideye indirir,
kalanını da eve götürüp biriktirirdi.
Tiyatrolar, kışlık sinemalar,
tanıdık yüzlerle dolup taşardı.
Çünkü herkes çok sık sinemaya,
tiyatroya gittiğinden, birbirine aşina olurdu.
Yazlık sinemalara da konu-komşu toplanarak gider,
film öncesi “Dünya Haberleri” izlenir,
film başlayınca çekirdek çıtlanır,
“5 Dakika Ara” verildiğinde de
frigo buz yada Çamlıca gazozu alınırdı.
Bisiklete binmek, tabanında dört küçük tekerleği olan
paten kaymak genç kızların, oğlanları tercihi olurken,
saklambaç, istop, yakan top gibi oyunlar da
yaşı daha küçükler tarafından oynanırdı.
 
Okulların önünde kağıt helva,
pembe-beyaz renkli pamuk helva,
üçgenlere bölünmüş tepsinin içinde
kısa çubuklara dolanarak yenen rengarenk macun,
çıtır çıtır kırmızı elma şekeri gibi şeyler satılır,
okul civarındaki pastanelerde de
acıbadem kurabiyesi, içi ballı beze, üzümlü kek,
ekler pasta, piramit pasta, dondurma gibi şeyler
öğrenciler tarafından rağbet görürdü.
Çocukları, yaşları çok küçükse
aileleri okula götürüp, getirirler,
daha büyük çocuklar da
kendi kendilerine okula gidip gelirlerdi,
Evlerinden uzak okullarda okuyanlar da
otobüse yada dolmuşa binerek okullarına giderdi.
Okullar “sadece” bayram günlerinde tatil olur,
öğrenciler yerine göre diz boyu karda veya,
deli gibi yağan yağmurda da okullarına gidip gelirlerdi.
Okullar hep aynı tarihte açılır, aynı tarihte kapanırdı.
Evlenen çiftleri yıllar sonra gördüğünüzde de
hâlâ evlilikleri sürüyor olurdu.
Bekaret önemliydi.
“Çıkılan” çocuklarla öyle
cumburlop yatağa dalma diye bir adet yoktu.
Kızlar mutlaka “çıktığı çocuğun” ailesi,
yada görücü gelen aileler tarafından
“Allahın emri Peygamberin kavli ile” istenirdi.
Önce “söz kesilir”, sonra nişanlanılır,
sonra “nikah kıyılır” evlilik olayı düğünle nihayet bulur,
ondan sonra “ANCAK” “gerdeğe girilirdi”.
Halit Kıvanç, Orhan Boran gibi güzel Türkçe konuşan,
dediği anlaşılan, anlattığına gülünen sunucular program sunarlar,
programlara katılanlar kendilerini
ille de kıçlarını, memelerini sergilemekle
görevliymiş gibi hissetmezlerdi.
Yakası, kolu bacağı açık kıyafetler de giyerler ama
bunu vücutlarını teşhir eder gibi yapmazlardı.
Televizyonun haber saatlerinde
dünyadan ve memleketten
“haber gibi haberler” verilir,
haberlerin içine falan “reklamlar” girmezdi.
Gösterilen diziler, filmler zırt-pırt reklamlarla kesilmez,
böylece de filmlerin, dizilerin içine edilmezdi.
Özel yaşamlar insanlara ait olurdu.
Artistlerin yaşamlarından kesitler
abartılmadan haftalık dergi ve gazetelerde yer alır,
gazeteciler, artistlerin evlerinin kapı önlerinde,
eğlence yerlerinin kapısında sabahlamazdı.
Çok şık, zarif, uzun, kanat benzeri kuyruklu arabalarla,
rengarenk WosWos’lar trafikte süzülür,
kaldırımlarda da sadece insanlar yürürdü.
İnsanların çoğu balkonlarına, bahçelerine çiçekler eker,
yemeklerinin artıklarını çöpe dökmez,
mahallenin kedilerine, köpeklerine verirlerdi.
Çok samimi olmasalar da aynı mahallenin,
hatta aynı semtin insanları birbirleriyle merhabalaşır,
sokakta ayaküstü sohbet bile ederlerdi.
Yaz gecelerinde, balkonlarda, bahçelerde oturmak
hani neredeyse adet gibiydi.
Çaylar demlenir, evde sıkılmış limondan yapılma
buz gibi limonatalar içilir, kahkaha sesleri yükselirdi.
Çocuklar büyüklerine karşı saygılıydı.
Otobüste onlara yerlerini verirlerdi.
Okulda yaramazlık, hatta azgınlık yaptıkları anlarda bile,
yanlarından öğretmenleri geçiyorsa,
mutlaka kendilerini toparlar, yeniden azmak için
en azından öğretmenlerinin geçip gitmesini beklerlerdi.
Anneler-babalar ne kadar harçlık verirlerse,
çocuklar onunla yetinir,
“Onu da al, bunu da al.
Falanın şusu var, ben de isterim.” diye
huysuzlanmaz, harçlıklarını idareli kullanırlardı.
Ya şimdi???
“Marka olmazsa giymem” diye dayatan çocuklar…
TV’lerde seyrettikleri “çarpık hayatlara” özenen gençler…
Kolay yollardan çok para kazanmanın yollarını seyrederek,
dinleyerek öğrenip uygulamaya kalkışan gençler…
On üç-on beş yaşlarında gece yarıları
TV’lerde seyrettikleri gibi giyinip,
eğlence yerlerinde bel büküp kalça kıvıran gençler…
Ellerde sigaralar… kadehlerde günün modası olan içkiler…
Bir gecede bir yerden çıkıp diğer eğlence yerine koşturanlar…
Buralarda tomarla harcanan paralar…
Öte yanda yiyecek doğru dürüst ekmek bulamayan…
değil her bayramda çocuklarına, kendilerine kıyafet almak,
çocuklarının okul kıyafetlerini
güçlükle tamamlamaya çalışan ebeveynler…
her Ramazan çoğalan iftar çadırlarında bir ay için bile olsa,
bedava sıcak yemek yiyebilmek için kuyrukta bekleyenler…
Okul kaplarında rengarenk uyuşturucu haplarını
gençlere satmak üzere bekleşen akbaba satıcılar…
gençler için organize edilen ve çok ucuza
uyuşturucuların satıldığı, seks kokan partiler…
mütevazı pastanelerin yerini alan, gösterişli kafeler, barlar…
denizin, plajların yerini alan havuzlar…
Öğrencileri kapı önünden alıp, okula getirip götürürken
yolları işgal eden, sabahları ve okul çıkışlarında
trafiği arap saçına döndüren otobüs misali minibüsler…
Kaldırımları istila eden saygısız arabalar…
Caddelerde, trafiğin içinde yürümek zorunda kalan yayalar…
Kara suratlı, kara camlı, dağ yollarında,
arazilerde gitmek üzere yapılmış, dev gibi lastikli
zenginlik göstergesi arabalar…
Birbirini tanımayan komşular…
Aynı apartmanda yaşayıp, hiç selamlaşmayanlar…
Üç-dört günlük bayram tatillerini dokuz-on güne çıkaranlar…
Yarım gün kar yağsa, hemen tatil edilen okullar…
Ha bire tatile çıkmaya alışıp tembelleşen,
okullar açılınca mutsuz olan çocuklar…
Çocuklara “YANLIŞ” Türkçe aşılayan
bozuk Türkçeli reklamlar…
Türkçe adı olmayan mağaza, kafe, restoran, barlar…
Çok kısa süren, çıkar ilişkilerine dayalı birliktelikler…
reklam kokan göstermelik aşklar…
Yedikleri dayakları, nasıl taciz edildiklerini,
nasıl iğfal edildiklerini ekranlarda
gayet rahat anlatan varoş kadınları…
aile içi sırlarını kameralar önünde bağıra-çağıra anlatanlar…
birbirlerine TV ekranlarında hakaret edenler…
Hiç tanımadığı program konuğunu azarlamayı
kendi hakkıymış gibi gören seyirciler…
Birbirine benzeyen sıkıcı diziler…
Dizilerde; bilmiş çocuklar…
her işe burnunu sokan hizmetçiler…
zangoç gibi sert ve acımasız aile büyüğü kadınlar…
Patlayan tabancalar… bombalar…
mide bulandırıcı işkence sahneleri…
Aynı tip estetikli… saçlarından kaşlarına,
memelerinden, dudaklarına kadar birbirlerine benzeyen
“ANDROİD” tipli kadınlar…
aynı tipte giyinen, aynı tarz sakal bırakıp,
aynı şekilde saç tıraşı olan genç adamlar…
artık haftanın sadece birkaç günü oynadığı halde
bir türlü dolamayan tiyatro salonları…
bir avuç seyirciye film oynatan sinemalar…
Bir yandan dikilp, diğer yandan kesilen ağaçlar…
çiçeksiz, döküntü dolu sevimsiz balkonlar…
çiçeksiz bahçeler… ha bire kazılan yolar…
değil yemek artığını vermek,
zavallı sokak kediciklerine, köpeklerine
kötü davranan sevgi yoksunu insanlar…
kirlenen, kirletilen, mavisi eksilen denizler…
betonlaşan sahiller… git gide imara açılıp,
yakılıp yok olan ormanlar…
çıplaklığı normal hale getirenler…
memelerde, popolarda yakın plan gezinen kameralar…
kapkaççılar… adi hırsızlar… banka boşaltan “büyük” hırsızlar…
rüşvetçiler… rantiyeciler… reyting derdinde olanlar…
sabun köpüğü şöhretler…
bir varmış bir yokmuş misali ünlenip,
sonra unutulup kenara atılan bunalımlı yarışmacılar…
tacizciler… uyuşturucu batağına saplananlar…
şiddet uygulanan küçücük çocuklar…
şiddet mağduru ünlü-ünsüz kadınlar…
Ne olacak bu gidişin sonu?
Kim temizleyecek kirlenen genç gözleri,
kirlenen genç kulakları, körelen genç duyguları?
Kim bu iflasa dur diyecek?
Kim?????..........................................

***FÜSUN ÖNAL***
 
Tren bir kere raydan çıkmış. Bir daha zor düzelir. Küçük yerlerde biraz daha bu konulara dikkat ediliyor. Daha çok örf ve adetlere bağlı yaşanıyor .Ama ne kadar sürer bilinmez .Birazda zannedersem bu bizlerden kaynaklanıyor.Kendi yaşayamadıklarımızı çocuklarımız yaşasın istedik. Bizler baskı altında büyüdük kendi çocuklarımızıda güya serbest yetiştirelim dedik ve farkında olmadan ipin ucunu kaçırdık.
 
ÇOK GÜZEL ve GERÇEK...
BEN DAHA 24 ümü BİLE DOLDURMADIĞIM HALDE,
HATIRLIYORUM BU ŞEKİLDE YAŞANLARI
SON BİRKAÇ YILDA BU KADAR UÇLARDA YAŞIYORUZ.
AİLEYE REST ÇEKMELER, GECELİK İLİŞKİLER,
VESAİRELER VESAİRELER....
MAALESEF ÖZENTİ BİR TOPLUM OLDUK ÇIKTIK.
ÖZÜMÜZDEN UZAKLAŞTIK. OYSA NE GÜZELDİ ESKİDEN PAYLAŞIMLAR.
BEN DAHA ŞİMDİDEN BENİM ÇOCUKLARIM BENİM BÜYÜDÜĞÜM KADAR SAMİMİ ORTAMLARDA BÜYÜYEMEYECEK DİYE ÜZÜLÜYORUM.
ESKİLERİ ÇOK ÖZLEDİM.
ESKİDEN ANNELERİN ÖRDÜĞÜ GÜZEL MODELLİ BİR KAZAK BİLE BİZİ MUTLU EDİYORKEN.
ŞİMDİLERDE MARKA TELAŞININ İÇİNE DÜŞMÜŞÜZ, ALIYORUZDA ALIYORUZ ve HALA MUTLU DEĞİLİZ
 
pardon ama zaman değişmesine rağmen hep aynımı kalalım? hala pikapmı dinleyelim? Sen eskiyi seviyor olabilirsin ama ben halimden eğlencemden saçlarımdan ve ilişkimden çook memnunum!! belki bunlar güzel olabilir ama ben şimdidende mutluyum.. Hep geçmişi övüp duracağınıza birazda bugünün güzelliklerini farkedin. Belkide sizin çevreniz anlattığınız gibidir..
 
pardon ama zaman değişmesine rağmen hep aynımı kalalım? hala pikapmı dinleyelim? Sen eskiyi seviyor olabilirsin ama ben halimden eğlencemden saçlarımdan ve ilişkimden çook memnunum!! belki bunlar güzel olabilir ama ben şimdidende mutluyum.. Hep geçmişi övüp duracağınıza birazda bugünün güzelliklerini farkedin. Belkide sizin çevreniz anlattığınız gibidir..

VALLA CANIM HALİMİZDEN MEMNUN OLSAKTA OLMASAKTA BUGÜNÜ YAŞIYORUZ ZATEN.
BU ARADA ZATEN HALİNDEN MEMNUN OLANLARIN KİMSE KOLUNDAN TUTUPTA HADİ ESKİYE DÖNELİM DEMİYOR.
BUGÜNÜN GÜZELLİKLERİNİ DE KİMSE İNKAR ETMİYOR.
AMA BENİM FARKETTİĞİM BİRŞEY VARKİ ARTIK HERŞEY SANAL OLDU.
İYİ TARAFINDAN BAKARSAK. İSTEDİĞİMİZ HERŞEYE ÇOK DAHA RAHAT ULAŞABİLİYORUZ. SIKILMIYORUZ.
BİRDE OLUMSUZ TARAFINDAN BAKARSAK. BİRİLERİYLE KONUŞUYORUZ AMA KİMDİR NEDİR EMİN DEĞİLİZ.
ESKİDEN TELEFONLAŞIRDIK BİRBİRİMİZİN SESİNİ DUYARDIK.
ŞİMDİ e-mail, sms İLE HALLEDİYORUZ İLİŞKİLERİMİZİ.
BU ARADA BUGÜNÜN GÜZELLİKLERİNDEN ÇOK MEMNUNSAN YAZ GÖRDÜKLERİNİ
BİZDE FARKEDELİM, FARKEDEMEDİKLERİMİZİ......
 
bende eskilerde yaşamak isterdim siyahbeyaz filmler,tek kanal,herkes dürüst,aynı mahallede oturanlar bir aile gibiymiş annem anlatırda iç çekerim sadece:çok üzgünüm:
 
Günümüzün yeniliklerine tabiki ayak uyduracağız,pikap yerine cd,daktilo yerine pc kullanıp,diskotek yerine cafelere barlara gidilecek,zamana uymak ahlakın elden gitmesi demek değildir,yenilikleri örf ve ananelerimizle harmanlayıp gelişmiş,yenilikçi ama bir o kadar da geçmişine sahip çıkan bir toplum olabiliriz.Artık okul önlerinde kağıt helva yerine esrar satılıyor,okul kapısından çıkan öğrenci acaba etrafta organ mafyası,tecavüzcü var mıdır diye korkuyor,eskiden kapı önünde duran arabalara acaba hangi komşumuza geldi bu misafir diye merakla bakılırdı şimdiyse ne amaçla geldi diye korkuyla bakılıyor,ilkokul öğrencisi kızlar saçlar boyalı makyaj yapmış sokaklarda okul formalarıyla cirit atıyor,14 yaşındaki kızlar evlenme vaadiyle kaçırılıyor,sokakta cep telefonuyla konuşanların elinden telefonları çalınıyor,12 yaşındaki zihinsel engelli bir yavrucak kürtaj ettiriliyor,evet yenilikler ve yeniliklere açık olmak gerekir çünkü bir ülkenin gelişmesi için yenilikler gereklidir ama olumlu yenilikler olumsuz olanlar değil.Uçağımızı kendimiz yapalım,maddi desteksizlik yüzünden dışarıya giden bilim adamlarımızı ülkemiz bayrağı altında toplayıp teknolojimizi geliştirelim,ekonomimizi gelişmiş ülkeler düzeyine ulaştıralım,eğitim düzeyimizi yükseltelim,çocuklarımıza kısa yoldan zengin olmayı değil,dürüstlüğün saygınlığın erdem olduğunu öğretelim,kitap okumayı,kültürel açıdan kendimizi geliştirmeyi birbirimize özendirelim,her tatili fırsat bilip yan gelip yatmayı değil çalışarak ülkemizi kalkındırmayı düşünelim,birçok çocuk yapıp Allah verdi bakamıyorum devlet baksın diyerek Çocuk Esirgeme Kurumlarına atacağımıza,bakacağımız kadar çocuk yapıp onları bu vatana hayırlı ve bilinçli bireyler olarak yetiştirelim.Benim anladığım gelişme ve yenilik budur.Yoksa X manken açmış,falanca oyuncu sanat için deyip Allah ne verdiyse göstermiş,barlarda bacak kadar çocuklar uyuşturucu partisi yapıp birbirinin kollarına koşmuş,bugün başka biri yarın başka biriyle gezip tiki olmak uğruna markalara köle olmuş, buldum bir enayi kontör aldırıyorum diyerek erkekleri bankamatik olarak görmüş,bu gece bir hatun düşürdüm abi var yaa sözleriyle lafa başlayıp kadınları cinsel obje olarak görmüş,dizilerdeki mafya figürüne hayran olup organ,senet,park mafyası olmuş, bunlarsa algılanan yenilikler olmaz olsunlar.

Sevgilerimle....
 
sene 2010 hergün,gün geçmiyorki cinayet,kapkaç,ufacık çocuklara tecavüz,engellilere tecavüz,dolandırıcı,cinayetler,vahşice işlennen cinayetler,şehitlerimiz,kadına uygulanan şiddet.gdo lu yiyecekler.... eskiden insanlar dahamı masumdu.
 
Maalesef artık herşeyden korkar olduk.
Artan teknoloji ile birlikte ahlak, namus ve dolayısıyla güven duygusu yok oldu.
İmkanlarımız arttı ama bunun yanında maneviyatımızı, değerlerimizi kaybetmeye başladık.
En kötüsü de aile kavramı yok oluyor.
 
Bu anlatılanların bir çoğu büyük şehirlerde var.
Gidip Türkiye'nin ücra bir köşesindeki köyüne bakın, eskileri görebilirsiniz.
Eskiye göre özenti daha çok, insanlar büyük şehirlerde yaşamayı marifet sayıyorlar malesef.
Son 2 yıldır hep küçük bir şehirde yaşamayı istiyorum ki sanırım dualarımda kabul oldu.
İstanbul'a turist olarak gelip o güzellikleri görmek çok daha güzel olacak, çünkü İstanbul'da yaşayınca gerçek güzelliğini göremiyorum, trafik, kapkaç, hırsızlık, gerginlik, ses, gürültü vs. Tek görebildiğim bunlar...
 
gerçekten nerden nereye gelmiş bu halk neden böyle olmuş çözüm ne kim bilir allah hakkımızda hayırlısını versin

eline sağlık çok güzel bir yazı
 
Günümüzün yeniliklerine tabiki ayak uyduracağız,pikap yerine cd,daktilo yerine pc kullanıp,diskotek yerine cafelere barlara gidilecek,zamana uymak ahlakın elden gitmesi demek değildir,yenilikleri örf ve ananelerimizle harmanlayıp gelişmiş,yenilikçi ama bir o kadar da geçmişine sahip çıkan bir toplum olabiliriz.Artık okul önlerinde kağıt helva yerine esrar satılıyor,okul kapısından çıkan öğrenci acaba etrafta organ mafyası,tecavüzcü var mıdır diye korkuyor,eskiden kapı önünde duran arabalara acaba hangi komşumuza geldi bu misafir diye merakla bakılırdı şimdiyse ne amaçla geldi diye korkuyla bakılıyor,ilkokul öğrencisi kızlar saçlar boyalı makyaj yapmış sokaklarda okul formalarıyla cirit atıyor,14 yaşındaki kızlar evlenme vaadiyle kaçırılıyor,sokakta cep telefonuyla konuşanların elinden telefonları çalınıyor,12 yaşındaki zihinsel engelli bir yavrucak kürtaj ettiriliyor,evet yenilikler ve yeniliklere açık olmak gerekir çünkü bir ülkenin gelişmesi için yenilikler gereklidir ama olumlu yenilikler olumsuz olanlar değil.Uçağımızı kendimiz yapalım,maddi desteksizlik yüzünden dışarıya giden bilim adamlarımızı ülkemiz bayrağı altında toplayıp teknolojimizi geliştirelim,ekonomimizi gelişmiş ülkeler düzeyine ulaştıralım,eğitim düzeyimizi yükseltelim,çocuklarımıza kısa yoldan zengin olmayı değil,dürüstlüğün saygınlığın erdem olduğunu öğretelim,kitap okumayı,kültürel açıdan kendimizi geliştirmeyi birbirimize özendirelim,her tatili fırsat bilip yan gelip yatmayı değil çalışarak ülkemizi kalkındırmayı düşünelim,birçok çocuk yapıp Allah verdi bakamıyorum devlet baksın diyerek Çocuk Esirgeme Kurumlarına atacağımıza,bakacağımız kadar çocuk yapıp onları bu vatana hayırlı ve bilinçli bireyler olarak yetiştirelim.Benim anladığım gelişme ve yenilik budur.Yoksa X manken açmış,falanca oyuncu sanat için deyip Allah ne verdiyse göstermiş,barlarda bacak kadar çocuklar uyuşturucu partisi yapıp birbirinin kollarına koşmuş,bugün başka biri yarın başka biriyle gezip tiki olmak uğruna markalara köle olmuş, buldum bir enayi kontör aldırıyorum diyerek erkekleri bankamatik olarak görmüş,bu gece bir hatun düşürdüm abi var yaa sözleriyle lafa başlayıp kadınları cinsel obje olarak görmüş,dizilerdeki mafya figürüne hayran olup organ,senet,park mafyası olmuş, bunlarsa algılanan yenilikler olmaz olsunlar.

Sevgilerimle....

sonuna kadar katılıyorum. alkisalkisalkisalkisalkisalkisalkisalkisalkis
eğer modernleşmek değer yargılarımdan ödün vermek ise kimse kusura bakmasın ama ben modern biri değilim.
 
1993 senesinde bizde ufak bi yere taşındık,istanbuldan uzak,ama hiç farketmiyor,oralardada var kızım sabahleyin okula giderken serserinin biri sözle taciz etmiş,ben gidip karokola şikayet ettim.sağolsun emniyet sivil polis verdi ama gelelim amasına ufak yer olduğu için adam duyum alıyor ,polin geldiği zamanlar adam ortada yok.ha bu arada birtek benim kızım değilmiş,kaç tane kıza daha sözle tacizde bulunmuş,ama ufak yer olduğu için aileleri şikayet etmemiş.
 
Su tek kanal TRT'nin oldugu zamanları hatırlıyorum hayal meyal.:KK66:
Büyüklerimden o yılları imrenerek dinliyorum.
Cok güzel bir paylasım tesekkürler..
 
Bu anlatılanların bir çoğu büyük şehirlerde var.
Gidip Türkiye'nin ücra bir köşesindeki köyüne bakın, eskileri görebilirsiniz.
Eskiye göre özenti daha çok, insanlar büyük şehirlerde yaşamayı marifet sayıyorlar malesef.
Son 2 yıldır hep küçük bir şehirde yaşamayı istiyorum ki sanırım dualarımda kabul oldu.
İstanbul'a turist olarak gelip o güzellikleri görmek çok daha güzel olacak, çünkü İstanbul'da yaşayınca gerçek güzelliğini göremiyorum, trafik, kapkaç, hırsızlık, gerginlik, ses, gürültü vs. Tek görebildiğim bunlar...
Katılıyorum,ve bence bahsedilen kötü adamlar/davranışlar eskidende vardı.Ama şuanki basın/iletişim olanakları olmadığından çoğu duyulmuyor ve bilinmiyordu.Benim eskileri hatırlamam için köye gidip orda bikaç gün kalmam yetiyor..Yazıyı yazan hanımda haklı ama çok abartmış yıllardır çile çekiyor sanki sempatiksalakcinni Dediklerin hepsi başına geliyor hergün kapkaça uğruyor,birileri ona uyuşturucu satmak istiyor,hergün kötü adamlar ona taciz ediyor yardım edin gibi gizli bir mesaj vermek istemiş zannımca..Ona tavsiyem madem bukadar çok istiyor eskileri gitsin Anadolu'da bir köye günümüzün pisliğinden hepsinden uzak yaşar.
 
Son düzenleme:
Katılıyorum,ve bence bahsedilen kötü adamlar/davranışlar eskidende vardı.Ama şuanki basın/iletişim olanakları olmadığından çoğu duyulmuyor ve bilinmiyordu.Benim eskileri hatırlamam için köye gidip orda bikaç gün kalmam yetiyor..Yazıyı yazan hanımda haklı ama çok abartmış yıllardır çile çekiyor sanki sempatiksalakcinni Dediklerin hepsi başına geliyor hergün kapkaça uğruyor,birileri ona uyuşturucu satmak istiyor,hergün kötü adamlar ona taciz ediyor yardım edin gibi gizli bir mesaj vermek istemiş zannımca..Ona tavsiyem madem bukadar çok istiyor eskileri gitsin Anadolu'da bir köye günümüzün pisliğinden hepsinden uzak yaşar.


Arkadaşım sabah sabah güldürdün beni...
Ben sadece büyük şehirlerde daha çok yaşandığını vurgulamak istedim, aslında bi kaçıda başıma gelmedi değil, ama geçmiş günler ve herkesin başına gelen şeyler için kimseden yardım istemem doğru olmaz. Ben İstanbul'da yaşıyorum ama bir turist kadar gezmemişimdir, çünkü doğduk büyüdük ve çalışıyoruz hayatımız bundan ibaret. Şahsen bir turist gibi gelip İstanbul'u çok güzel bir şehir olarak bilmeyi çok isterdim. Anadolu kısmına gelince, zaten gidicem nasipse ama İstanbul'dan kurtulmak için falan değil, çünkü her yaşadığım bana tecrübe oldu, ayrıca yaşayanlarıda gördüm buda bir tecrübedir. Ayrıca pislik kelimesi bence biraz ağır olmuş, buna dikkat edersen iyi olur...
Neyse konuyu dağıtmayalım, arkadaşımında dediği gibi eskiler çok daha mutluydu...
 
Hatunun bahsettiği günümüzün pisliği dedim,o yazısında günümüzde çok pislik şeyler var dememiş ama genel anlamda böyle demek istemiş,benim lafım size değil yazan bayana
 
Pardon arkadaşım, yanlış anlaşılma olmuş...
Ama dolaylı yoldan değilde, direk duymak ağır geliyor işte, sanırım bu da milliyetçi duygulardan kaynaklanıyor...
 
X