- Konu Sahibi BarbunyaPilaki
- #1
Hey gidi hey!!!
Neredeeen nereye geldik milletçe.
Ve nereye gidiyoruz!!!
E-biz de üç otuzumuzda değiliz yani!
Bizim çocukluk, genç kızlık yıllarından bu yana
asırlar geçmedi ya!
Biz öğrenciyken, yine Süleyman Demirel vardı,
Deniz Baykal vardı, Ecevit’ler,
Sezen Cumhur Önal, Türkan Şoray,
Fatma Girik, Hülya Koçyiğit vardı.
Filmlerde Türkan Şoray güzel gözleri ile süzülür,
dolgun dudaklarını kımldatır,
karşısındaki Cüneyt Arkın’ı perişan ederdi.
Fatma Girik kâh salon kadını, kâh köylü kadınıydı
ama o hep “erkek Fato”ydu.
Hülya Koçyiğit, o yıllarda icat ettiği
kendine has bir şekilde yayalana yaylana koşar,
nedense hep başını yana eğip,
hülyalı hülyalı yere bakarak konuşurdu.
O zamanlar filmlerin çekildiği yemyeşil ağaçlı tepeler,
ağaçlarla dolu orman yolları vardı.
Filiz Akın evin şımarık kızı olarak,
Boğazdaki yalısının önünden denize girer,
Türkan Şoray sevgilisiyle sürat teknesine binip,
Boğaz’ın pırıltılı mavisinde saçlarını uçura uçura
kahkahalar atar, bir elini gözüne siper edip,
karşı sahilleri seyrederdi.
O zaman da aşklar yaşanıyor,
gençler flört ediyordu.
Flörte “çıkmak” denirdi.
Bizler de “çıkardık”
hoşlandığımız “çocuklarla”…
Dansa, sinemaya, tiyatroya,
grup halinde gezilere giderdik.
Yine miniler, bikiniler giyiyorduk,
yine saçlarımızı sarıyor,
hafif makyaj yapıyorduk.
“Çıktığımız çocuklarla”
sinemaya gittiğimizde
sadece el ele oturur,
dans ederken en fazla
yanaklarımız birbirine değerdi.
Yolda aramızda mesafe bırakarak yürürdük.
Neme lazımdı, birileri görüp,
anne-babamıza haber uçururdu falan!
Bizler de yalanlar söylüyorduk.
Söylüyorduk da ne yapıyorduk!
Filan arkadaşta ders çalışıyoruz deyip,
hafta sonu, o da gündüz vakti,
iki-üç saatliğine diskoteğe giderdik,
Yavaş şarkılar çaldığında hemen kalkıp,
yanak yanağa dans ediyorduk.
Hızlı müzik çaldığında ise,
yerimize dönüp, el ele oturup,
biz kızlar meyve suyumuzu içerken,
onlar da votka limonlarını yudumluyorlardı.
Öyle boyacı küpüne düşmüş gibi,
apikurya maskarası misali makyaj yapmazdık.
Saçlarımızda ne lehimli ekler,
ne de çıtçıtlı ilaveler vardı.
Geceden kendimiz sarardık saçlarımızı.
Bir yere giderken de,
o da ancak lise sondayken,
hafif makyaj yapmamıza izin vardı.
Paralı okulda okuyordum,
Okulda çok zenginlerin,
siyasilerin çocukları vardı.
Ama kimsede öyle “marka” merakı falan yoktu.
Kimse kimseden daha şık gibi görünmezdi yani.
Evlerde doğum günü partileri yapılırdı.
Çörekli-börekli, pastalı çaylı, meyve sulu masalar,
daha önce anneler tarafından hazırlanır,
parti saati geldiğinde de
bizler tarafından talan edilirdi.
Teypte yada pikapta çalan
“yabancı şarkılarla” “adam gibi” dans eder,
göbek falan atıp, gerdan kırmazdık.
İçimizde tek tük sigara içen oğlanlar vardı.
Biz kızlar da içimize çekmeden birkaç nefes alıp
hemen püfff diye dışarı üflerdik dumanı.
Çünkü çoğumuz için sigara içmek
sadece “büyümek” demekti.
Hepimiz de bir an önce “büyümek” istiyorduk.
Eğlenmek, müzik dinlemek için “gazinolara” gidilir,
Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy,
Neşe Karaböcek, Gönü Akkor, Emel Sayın,
Sevim Tuna, Ajda Pekkan dinlenirdi.
“Barlar”, konsomatrislerin çalıştığı,
erkeklerin “felekten bir gece çalmak” gittiği
danslı, müzikli ve ailelerin girmediği yerlerdi.
aileler genellikle Pazar öğle yemeği için
Uludağ Kebabı, İskender Kebabı, lahmacun yemek için
kebapçılara giderler, bazen de
birkaç yakın aile bir araya gelerek
güle söyleye kebaplarını yerler,
oradan herkes evlerine giderlerdi.
TRT’den başka televizyon kanalı olmadığından,
TRT ne gösterirse onu seyrederdi herkes.
Hatta gece yarısına varmadan
İstiklal Marşı eşliğinde göndere çekilen
Türk Bayrağı da seyredilir,
ancak “Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız”
yazısı çıkınca, uzaktan kumanda aleti henüz olmadığından,
kalkılıp televizyonun düğmesi kapatılırdı.
Haftanın her günü “Çarli’nin Melekleri”, “Kaçak”,
“Mc Millan ve Karısı”, “Komiser Colombo” gibi
yabancı diziler yada yerli dizi “Kaynanalar” seyredilirdi.
Bayramlarda öyle başka şehirlere
“kaçmak” modası yoktu.
İnsanların çoğunluğu evli evinde,
köylü köyünde oturmayı tercih eder,
aile büyüklerini, dostları, akrabaları,
arkadaşları ziyaret edip,
gelen misafirleri “ağırlarlardı.”
Beş dakika önce sizin ziyaret ettiğiniz aile,
az sonra size gelir, adeta evcilik oyunu oynanırdı.
Bayram öncesi dükkanlar, mağazalar,
Bayramda da sokaklar kalabalık olurdu.
Hali vakti nasıl olursa olsun,
herkes bütçesine göre bayram öncesi,
mutlaka giyime, gıdaya ait bir şeyler alırdı.
Çocuklara birbirinden renkli, desen desen,
Şık mendiller içinde bayram harçlığı verilirdi.
Çocuklar, her gidilen evde ikram edilen
şekerlerin yarısını mideye indirir,
kalanını da eve götürüp biriktirirdi.
Tiyatrolar, kışlık sinemalar,
tanıdık yüzlerle dolup taşardı.
Çünkü herkes çok sık sinemaya,
tiyatroya gittiğinden, birbirine aşina olurdu.
Yazlık sinemalara da konu-komşu toplanarak gider,
film öncesi “Dünya Haberleri” izlenir,
film başlayınca çekirdek çıtlanır,
“5 Dakika Ara” verildiğinde de
frigo buz yada Çamlıca gazozu alınırdı.
Bisiklete binmek, tabanında dört küçük tekerleği olan
paten kaymak genç kızların, oğlanları tercihi olurken,
saklambaç, istop, yakan top gibi oyunlar da
yaşı daha küçükler tarafından oynanırdı.
Neredeeen nereye geldik milletçe.
Ve nereye gidiyoruz!!!
E-biz de üç otuzumuzda değiliz yani!
Bizim çocukluk, genç kızlık yıllarından bu yana
asırlar geçmedi ya!
Biz öğrenciyken, yine Süleyman Demirel vardı,
Deniz Baykal vardı, Ecevit’ler,
Sezen Cumhur Önal, Türkan Şoray,
Fatma Girik, Hülya Koçyiğit vardı.
Filmlerde Türkan Şoray güzel gözleri ile süzülür,
dolgun dudaklarını kımldatır,
karşısındaki Cüneyt Arkın’ı perişan ederdi.
Fatma Girik kâh salon kadını, kâh köylü kadınıydı
ama o hep “erkek Fato”ydu.
Hülya Koçyiğit, o yıllarda icat ettiği
kendine has bir şekilde yayalana yaylana koşar,
nedense hep başını yana eğip,
hülyalı hülyalı yere bakarak konuşurdu.
O zamanlar filmlerin çekildiği yemyeşil ağaçlı tepeler,
ağaçlarla dolu orman yolları vardı.
Filiz Akın evin şımarık kızı olarak,
Boğazdaki yalısının önünden denize girer,
Türkan Şoray sevgilisiyle sürat teknesine binip,
Boğaz’ın pırıltılı mavisinde saçlarını uçura uçura
kahkahalar atar, bir elini gözüne siper edip,
karşı sahilleri seyrederdi.
O zaman da aşklar yaşanıyor,
gençler flört ediyordu.
Flörte “çıkmak” denirdi.
Bizler de “çıkardık”
hoşlandığımız “çocuklarla”…
Dansa, sinemaya, tiyatroya,
grup halinde gezilere giderdik.
Yine miniler, bikiniler giyiyorduk,
yine saçlarımızı sarıyor,
hafif makyaj yapıyorduk.
“Çıktığımız çocuklarla”
sinemaya gittiğimizde
sadece el ele oturur,
dans ederken en fazla
yanaklarımız birbirine değerdi.
Yolda aramızda mesafe bırakarak yürürdük.
Neme lazımdı, birileri görüp,
anne-babamıza haber uçururdu falan!
Bizler de yalanlar söylüyorduk.
Söylüyorduk da ne yapıyorduk!
Filan arkadaşta ders çalışıyoruz deyip,
hafta sonu, o da gündüz vakti,
iki-üç saatliğine diskoteğe giderdik,
Yavaş şarkılar çaldığında hemen kalkıp,
yanak yanağa dans ediyorduk.
Hızlı müzik çaldığında ise,
yerimize dönüp, el ele oturup,
biz kızlar meyve suyumuzu içerken,
onlar da votka limonlarını yudumluyorlardı.
Öyle boyacı küpüne düşmüş gibi,
apikurya maskarası misali makyaj yapmazdık.
Saçlarımızda ne lehimli ekler,
ne de çıtçıtlı ilaveler vardı.
Geceden kendimiz sarardık saçlarımızı.
Bir yere giderken de,
o da ancak lise sondayken,
hafif makyaj yapmamıza izin vardı.
Paralı okulda okuyordum,
Okulda çok zenginlerin,
siyasilerin çocukları vardı.
Ama kimsede öyle “marka” merakı falan yoktu.
Kimse kimseden daha şık gibi görünmezdi yani.
Evlerde doğum günü partileri yapılırdı.
Çörekli-börekli, pastalı çaylı, meyve sulu masalar,
daha önce anneler tarafından hazırlanır,
parti saati geldiğinde de
bizler tarafından talan edilirdi.
Teypte yada pikapta çalan
“yabancı şarkılarla” “adam gibi” dans eder,
göbek falan atıp, gerdan kırmazdık.
İçimizde tek tük sigara içen oğlanlar vardı.
Biz kızlar da içimize çekmeden birkaç nefes alıp
hemen püfff diye dışarı üflerdik dumanı.
Çünkü çoğumuz için sigara içmek
sadece “büyümek” demekti.
Hepimiz de bir an önce “büyümek” istiyorduk.
Eğlenmek, müzik dinlemek için “gazinolara” gidilir,
Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy,
Neşe Karaböcek, Gönü Akkor, Emel Sayın,
Sevim Tuna, Ajda Pekkan dinlenirdi.
“Barlar”, konsomatrislerin çalıştığı,
erkeklerin “felekten bir gece çalmak” gittiği
danslı, müzikli ve ailelerin girmediği yerlerdi.
aileler genellikle Pazar öğle yemeği için
Uludağ Kebabı, İskender Kebabı, lahmacun yemek için
kebapçılara giderler, bazen de
birkaç yakın aile bir araya gelerek
güle söyleye kebaplarını yerler,
oradan herkes evlerine giderlerdi.
TRT’den başka televizyon kanalı olmadığından,
TRT ne gösterirse onu seyrederdi herkes.
Hatta gece yarısına varmadan
İstiklal Marşı eşliğinde göndere çekilen
Türk Bayrağı da seyredilir,
ancak “Televizyonunuzu Kapatmayı Unutmayınız”
yazısı çıkınca, uzaktan kumanda aleti henüz olmadığından,
kalkılıp televizyonun düğmesi kapatılırdı.
Haftanın her günü “Çarli’nin Melekleri”, “Kaçak”,
“Mc Millan ve Karısı”, “Komiser Colombo” gibi
yabancı diziler yada yerli dizi “Kaynanalar” seyredilirdi.
Bayramlarda öyle başka şehirlere
“kaçmak” modası yoktu.
İnsanların çoğunluğu evli evinde,
köylü köyünde oturmayı tercih eder,
aile büyüklerini, dostları, akrabaları,
arkadaşları ziyaret edip,
gelen misafirleri “ağırlarlardı.”
Beş dakika önce sizin ziyaret ettiğiniz aile,
az sonra size gelir, adeta evcilik oyunu oynanırdı.
Bayram öncesi dükkanlar, mağazalar,
Bayramda da sokaklar kalabalık olurdu.
Hali vakti nasıl olursa olsun,
herkes bütçesine göre bayram öncesi,
mutlaka giyime, gıdaya ait bir şeyler alırdı.
Çocuklara birbirinden renkli, desen desen,
Şık mendiller içinde bayram harçlığı verilirdi.
Çocuklar, her gidilen evde ikram edilen
şekerlerin yarısını mideye indirir,
kalanını da eve götürüp biriktirirdi.
Tiyatrolar, kışlık sinemalar,
tanıdık yüzlerle dolup taşardı.
Çünkü herkes çok sık sinemaya,
tiyatroya gittiğinden, birbirine aşina olurdu.
Yazlık sinemalara da konu-komşu toplanarak gider,
film öncesi “Dünya Haberleri” izlenir,
film başlayınca çekirdek çıtlanır,
“5 Dakika Ara” verildiğinde de
frigo buz yada Çamlıca gazozu alınırdı.
Bisiklete binmek, tabanında dört küçük tekerleği olan
paten kaymak genç kızların, oğlanları tercihi olurken,
saklambaç, istop, yakan top gibi oyunlar da
yaşı daha küçükler tarafından oynanırdı.