‘’AZ AZ YE, SIK SIK YE’’ KAVRAMI...
‘’AZ AZ YE, SIK SIK YE’’ KAVRAMI...
‘’ Direnç, Ayar Mekanizması ve Sistemin Bu Konudaki Yanlışları’’
Mevcut sistemde yapılan kalori hesapları gibi; kilo vermek için alınan kalorinin yakılan kaloriden az olması gerektiği veya harcanan kalori miktarı ile alınan kalori miktarının farklı şekillerde formüllenerek çıkan sonuca göre tavsiyelerde bulunulur. Bunun için çok değişik hesaplama şekli vardır ve çoğunlukla birbirini tutmaz. Ve bu yöntemle her zaman bazal metabolizma için gereken kalori ile alınan kalori arasındaki fark kadar kilo verileceği anlamına gelmez.
Özellikle; kilo verme esnasında vücut direnç noktaları oluşur. Bu direnç bölgelerinde ne kadar beklenmesi gerektiğini, sürelerini çok iyi bilmeden ve vücut ayar mekanizmasını dikkate almadan, kalori hesabı yaparak kilo vermeye çalışan insanlar bir süre sonra hiçbir şey yememelerine, hatta sadece su içmelerine rağmen (su içsem yarıyor kavramı buradan çıkıyor) tartıda kilo veremediklerini ifade ederler. Bunun en temel sebebi ise; işte bu direnç ve ayar noktalarıdır.
Şimdi gelelim dirençlere ve vücut ayar mekanizmasına! Tamamen doğal bir sürecin sonucu vücudun alışık olmadığı bir direnç ve beynin bedenen değişime henüz tam olarak hazır olmamasından dolayı, bedenin geçici sürelerde kilo vermeye karşı direnç göstermeye çalışmasıdır. Vücut ayar noktası ise; metabolizmanın kendini korumaya yönelik mevcut düzen ve alışkanlıklardan farklı bir sürece girdiğiniz için “ne oluyor kıtlık mı var?’’ dercesine siz az kalori alsanız dahi, normal yaptığınız işleri eskiden olduğundan daha az kalori ile idareli yapar hale gelmesidir.
Her iki durumda da, vücut; bazen belli kilolarda direnç gösterir ama bedenin ve zihnin bir bütün olarak bu değişik süreçte olduğunu anladığında, zayıflama sürecinde olduğunuzu, bunun için de hedefe uyumlu yaşadığınızı hissettiğinde, kendini bırakır ve bir alt direnç kadar daha hızlı kilo kaybı sağlamaya başlar. Burada bilinmesi gereken şey, bu kilo kaybını göremediğiniz süreçlerde neyi ne kadar bekleyeceğini bilmek ve bu süreçlerin farkına vararak, yaşananların doğal bir süreçten kaynaklandığını anlamak, sabır ve farklı bir dayanma gücü ile aşılacağını keşfetmektir. Çünkü her şeyin bir sebebi varsa eğer, çözüm ayrıntıları iyi okuyabilmekte saklı olacaktır.
Ben Halil Kargulu olarak kendi çalışmalarımda, bu dirençler ile ilgili yaşayacaklarımın bilincindeydim. İlk 10 günde 15 kilo verdikten sonra, 10 ile 20. gün arasında, aynı tutarlılık ve kararlılıkla, hedefe tam uyumlu olarak yaşamama rağmen, 1 gram bile veremediğim gibi, üstüne 1 kilo daha alarak bu süreci aşmaya çalıştım. Eğer ben de pek çok insanın yanıldığı gibi, “metabolizmam durmuş, artık kilo vermem imkansız’’ diyerek mazeretler üreterek ya da üretilmiş mazeretlere kanarak kendimi strese sokup tekrar eski düzende, sağlıksız ve dengesiz yemek yemeye devam etseydim sonuç daha farklı olurdu. İşte o zaman 20 ila 30. gün arasında sabretmemin mükafatı olarak, bedenimin bana armağan ettiği ve takılan dirençlerin kırılmasından dolayı, vücudun kendini tamamen bırakarak son 10 gündeki yaklaşık 11 kiloyu ve toplamdaki 27 cm’lik belden incelmeyi gerçekleştiremezdim.
Ve ben de tam hedefe varacakken geri dönenlerden olurdum. Bütün bu bilgilerin ışığında; siz de tam hedefe varacakken geri dönenlerden mi olacaksınız, yoksa bu yaşanan direnç ve ayar noktalarının çok doğal bir süreç olduğunu kabul ederek hedefe tam uyumlu ve kararlı bir şekilde zayıflamaya devam mı edeceksiniz?
Kalori hesabı kavramı bildik tanımlamaları ile kesinlikte çarpıtılmıştır ve yanlış sonuçlara dayandırılmıştır. Günümüzde etiketlerin üzerindeki kalori değerleri miktarlara göre hesaplanmış verilerdir. Oysaki hesaplama, gıdaların sindirimi başladıktan sonra, oluşturacağı kalori değerine göre yapılmalıdır. Aynı önemde ikinci bir nokta ise, alınan kalorinin protein, yağ ya da karbonhidratlar hangisinden sağlanmış olduğu da, sindirim sürecinde açığa çıkaracağı enerji değeri açısından farklı bir hesaplama gerektirecektir. Çünkü etiket rakamları ile aynı miktardaki kalori değerleri, vücut üzerinde farklı etkiler yapmakta ve zannedilen sonucu vermemektedir. Üstelik bir de bugünkü şekliyle, vücut ayar ve direnç noktalarını hesaba katmayan kalori hesaplamaları içeren yöntemler söz konusu ise, zayıflama çabaları; başarısız sonuçların başlangıç süreçlerinden başkaca bir noktaya da ulaşamaz.
Dolayısıyla, hiçbir zaman kalori hesabına göre zayıflamaya kalkmamalı ve zayıflamada kalori saymaktan çok; alınan gıdaların bizde uyandırdığı hislerin bilincinde, kendimizi en iyi hissettirecek besinlerle, açlık hissini kontrol ederek yediklerimize özen göstermeliyiz.
Besinlerin kalori miktarını bilmeli, dikkat etmeli ama bazal metabolizma ve gıdalardaki kalori hesapları ile zayıflamaya kalkmamalıyız. Bu formüllere takılıp kalmak bizi zayıflatmaz sadece kendimize olan güvenimizi baltalar.
Günümüzde; dengeli ve sağlıklı beslenme tavsiyeleri adı altında, “Sık-Sık Ye Az-Az Ye” gibi, tamamen ideal kilosuna sahip aşırı yağ rezervleri bulunmayan kişilerin, daha gerekli olarak değerlendirebilecekleri tavsiyeleri; kilosundan rahatsızlık duyan, zayıflamaya çalışan kişilere de uygulanabilir göstermek büyük haksızlıktır.
Bu şekilde tavsiyelerde bulunulması; bence son derece sakıncalıdır ve kişiyi devamlı bir şeyler tüketmeye yöneltmektedir.
Son alınan öğünler tadımlık da olsa, bazı kimyasallardan dolayı, aşırı açlık hissi yaşatarak hem devamlılığı aksatır, hem de yedikçe acıkan, acıktıkça yiyen bir kısırdöngü ile zayıflama programlarını sabote eder. Bunu tavsiye eden uzmanlar; günümüzde uygulanan diyetlerde ‘’ sık-sık ye, az-az ye’’ kavramını şu mantıkla dile getirmektedirler.
Bazal metabolizmanın çalışması için; vücudun enerjiye ihtiyacı vardır. Eğer biz sık- sık devamlı enerji verecek bazı gıdalar tüketirsek, metabolizmanın daha hızlı çalışarak daha çok kalori yakacağı düşünülmektedir. Evet, doğrudur. Metabolizma daha çok çalışır, kalori yakar ama ancak ve ancak son alınan gıdanın enerjisi kadar kalori yakılır. Bu ‘’sık-sık ye, az-az ye’’ kavramının mevcut stoklara bir faydası kesinlikle yoktur. Tamamen ideal kilosuna sahip insanlar için geçerlidir.
Kilo sorunu yaşayanlar için değil. Üstelik hangi tür gıda ve içeriklerden enerji sağlandığı da, kalori hesaplamalarını etkilemektedir.
Tekrar tekrar üstüne basarak söylemek istiyorum ki, mevcut düzendeki benzer tavsiyelerin hepsi sadece ve sadece formda kalmak ya da mevcut kilomuzu korumak için yapılabilecek tavsiyelerdir. Kilolu insanların zayıflaması mümkün olmadığı gibi, moral olarak da takıntılara yol açmaktadır.
Şimdi kendi dünyamızdan küçük bir örnek verelim. Bu yöntemi denemeye çalışmış olanlara hiç yabancı gelmeyecektir. Günlük 3 ana öğün olan yemek zamanımızı, sık sık ve az yemek üzere 6 öğüne çıkardığımızı varsayalım. İster tam gün bir işte çalışalım, ister evde olalım, ister öğrenci olalım, ister sadece ergenlik çağında bir birey fark etmez.
İnsanlar günlük yaşamlarında bedenen, beynen bazen her ikisi beraber sürekli bir şeyler yapar haldedirler. Bedenin ve beynin aynı anda istirahatte olduğu uyku bile bir eylem sonucudur. Sonuçta gün içinde iş, okul, ev, sosyal ilişkiler derken birçok ortam içinde oluruz. Günde 3 öğün olarak yiyebildiğimiz yemeklerin saati bir hafta boyunca çoğunlukla birbirini tutmayan saatler olacaktır. Yaşam, teknoloji ile birlikte hareket kabiliyetimizi azaltsa bile bir yerlere yetişme, geç kalma, erken davranmak zorunda olma gibi, bir dolu yetersizlik duygusu yükler bizlere. Teknoloji hayatımızın her alanında hızla ilerliyor ve bizde hep birşeylere yetişmeye çalışıyoruz.
(Hadi bir an önce’nin, yemek karşılığı değil midir Fast-Food zaten?)
Uzun yıllardır, insanlar zaten düzenli yenilen öğlen yemeklerini falan unuttular. Yemeklerin saatleri değil sadece adları kahvaltı, öğlen ve akşam yemeği olarak kaldı. Çoğunlukla bunlarda brunch, ikindi kahvaltısı gibi değişik saatlere kayan öğünler haline geldi. Akşam yemeklerini ise gece 21.00’den, 22.00’den önce yemek de pek mümkün olmuyor.
Şimdi böyle bir düzen içinde yaşamak zorunda olan bir insana, diyette olma mantığındaki zaman kavramı ile günde 6 kez yemek yemeyi düşünmesini öneriyorsunuz. Kabul, diyelim ki kilo vereceğiz diye başladık. Ucunda zayıflamak var ya her şeyi uygulamaya razıyız tabi ki. İlk birkaç gün, belki bir hafta bu sisteme bağlı kalmaya zorladık kendimizi. Ama sonrasında kaymalar kaçınılmaz olacak, bir toplantı ya da bir görüşme, çocuğun okulu, sınavlar ve daha kişisel bir çok etkenle bunu uygulamak imkansız hale gelecek. İnatla uygulamaya çalışanlarımızın ise her saati saymaya, hesaplamaya başladıklarına şahit olacaksınız. Ve bir müddet sonra bu sayma işlemi de takıntı haline dönüşecek.
Özellikle sayma odaklı zayıflama ile ilgili yapılan bazı bilimsel testler son derece çarpıcı sonuçlar ortaya koymaktadır. Kilo ile mücadele ederken kalori sayan, çıktığı merdiveni sayan, lokmalarını sayan, saatlerini sayan, şişman birçok insanda saymak üzerine bir saplantı oluştuğu gözlemlenmiştir. Geçen zamanla birlikte, bu insanların büyük bir bölümü yoldaki ağaçlardan, gazetedeki haberlerin kelime sayısına kadar, günlük yaşam içinde karşılaştıkları her objeyi sayan makineler haline gelmişlerdir. Ve bu algı bozukluğu öyle kolay kolay geçirilebilen bir takıntı olarak kalmamış, ciddi tedaviler de gerektirmiştir.
Her fırsatta aynı şeyi tekrarlıyorum. Ben bunu beynime kazıdım, sizlerin de kesinlikle atlamasını istemiyorum. Ruh ve beden her zaman beraber hareket eder. Bedenimizde olan her şey ruhumuzu, ruhumuzda olan herşey de bedenimizi etkiler. Günlük yaşam rutininize uymayan bir yöntem asla başarılı olamaz. Ve sadece yöntem için, günlük yaşam biçiminizi değiştirmeye kalkmak da asla kalıcı olamaz. Aynen ruh ve bedenin birlikte hareket etmesi gereği gibi, bu ikisi arasında da denge kurulması gerekir.
Kilo problemi olan insanlar çok iyi bilirler. Bedeninize uymayan bir kıyafeti alıp, genişleterek giymek, bedeninize uyar hale getirmek demek olmuyor. Ruhunuz bu görselliği reddediyor ve hala o kıyafetin bedeninize uymadığını düşünüyorsunuz. Zayıflamak için de aynı örnekten yola çıkabiliriz. Bedeninize; az -az ye, sık- sık ye komutunu verebilirsiniz ama ruhunuz ve iç dünyanız bunu reddediyorsa; ya durmadan yemek düşünmeye başlar, ya sayma takıntısına yakalanır ya da bir gün pes eder, sil başa dönersiniz. Unutmayın ki, sizler mevcut kilonuzu korumaya çalışmıyorsunuz, sizler bedenine ağır gelen fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışıyorsunuz.
Sonuç olarak; hangi dönemde ne tür tavsiyeler vereceğimize dikkat etmeli ve insanları devamlı tüketime sevk edecek, yeni yeni damak tadı oluşturacak sürekli yiyecek takıntılı bir ruh haline sokacak her türlü yöntemden vazgeçmeliyiz.
Şişman insanın problemi; sık ya da çok yemesi değil, sık acıkma hissi yaşayıp çok doygunluk hissi yaşamak istemesinden kaynaklanmaktadır. Ruhun doyurulması için bedenin aracılığıdır bu. O halde az ye sık ye değildir formül. Tüketimi az düşün, ruhunda sık doygunluk hisset olmalıdır. Bu da ancak zaman, sabır, biraz mücadele ve biraz da bilgi gerektirmektedir.